Aristoteles ve Sanat: Mimesis, Katharsis, Poetika ve Güzel


Poesis ve Poetika
Platon, sanat objelerini, taklit nedeniyle İdea’ların eksiltili ve kusurlu kopyaları olduğu için estetik yanlarına rağmen önemsiz; hatta insanda pasif duygular geliştirdiği için -özellikle şiir- sakıncalı görürken; Aristoteles, sanatı, insan varoluşunun zemini, hakikatin yansıması ve varlığa gelme alanı olarak açıklamıştır. Sanat hakkında görüşlerinin temeli “Poetika” adlı eseridir, ayrıca “Metafizik” adlı kitabında sanatı ve meydana gelmesini epistemik kökeniyle işlemiştir. Poetika’daki sanat kuramı, şiir ve özellikle tragedya üzerinedir. Tragedyada estetik hazdan önce, ahlaki etki önemlidir ve “Yüce” olanı sorgular sanat eserinde. (Tragedya ve Poetika hakkında bir başka yazı için tıklayınız)

İnsan olmanın üç edimi olduğunu söyler: bilme (episteme), eyleme (praxis), yaratma (poesis). Yaratma (poesis) ile ortaya çıkan poetika dır. Poetika, teknik beceri ile iyiyi ve güzeli ortaya çıkarma amacındaki “yapma-yaratma” eylemidir. “Sanat, akıl tarafından belirlenen amaçların gerçekleşmesini, varlığa gelmesini sağlayan bir yapma-yaratma yetisidir.” der Aristoteles. Poetika, insan el emeğinin (tekhne) müdahalesi ile doğanın nesnesinde bulunan özün, gücün (dynamis) yeni bir form içinde görünüm kazanmasıdır. Sanat eseri, maddenin form ile dönüşerek, gerçekliğe dahil olmasıdır. Toprak maddesi, tuğla formuna dönüşür; tuğla maddesi duvarda başka bir forma evrilir. Sanatın ortaya çıkmasında iki temel neden vardır Aristoteles’e göre: insanın taklit etme dürtüsü ve taklit edilmiş şeylere karşı duyumsanan hoşlanma duygusu.


Mimesis

Sanatın kökenini Mimesis (taklit, öykünme yetisi) ile açıklar Aristoteles. Mimesis’i meydana getiren kuvvet, insanın doğal yatkınlığından ortaya çıkar. Şöyle der: “Herkesin hem taklit etmesi, hem de taklitlerden hoşlanıyor olması, çocukluktan itibaren gelişen bir özelliktir. Çünkü insan, taklit etmeye en yatkın canlıdır ve öteki canlılardan bu bakımdan ayrılır ve ilk bilgilerini taklit yoluyla edinir. Bunun kanıtı ise eserlerde ortaya çıkan durumdur. Resimlere bakmaktan zevk almamızın nedeni, bakarken öğrenmek ve her birinin neye ilişkin olduğu konusunda sonuç çıkarmaktır. Öğrenmek, yalnızca filozoflar için değil, diğer insanlar için de en haz verici şeydir.” Bilen insan (homo sapiens) taklit ederek dil öğrenir, bilgiyi aktarır. İnsan ve tarih, mimetik iç tepinin bağlarından kurulmuştur.
Mimesis, öykünen özne (sanatçı) ve nesnesi arasında vuku bulur. Peki, mimetik şey nedir? Nesneye yönelen özne, onu üç durumda taklit edebilir. 1- Nesne ne ise, o olarak 2- İnsanların nesneye dair inanç ve duyguları ne ise, o olarak 3- nesne nasıl olması amaçlanıyorsa, Güzel İdea’sına nasıl yakınlaşmak isteniyorsa, o olarak. Yani sanat; gerçek, mit ve ideal -olasılık olarak- üzerine inşa edilebilir. Sanatın objesini, ne ise o olarak yani gerçeklik ile taklit etmeye atlet heykelleri, portre resimleri örnektir. Ama Myron’un “Disk Atan Atlet” heykeline baktığımız zaman; hem doğal gerçeklik, hem mitik inanış, hem de görünür hale getirilmek istenen ideal uyum, ahenk ile birlikte tek bir yontu üzerinde sanatın tüm izleğini görmek mümkündür. Ne ise o olarak taklit eylemini, sadece kopyacılıktan, zanaatçılıktan sıyırıp; etik ve estetik düzleme taşımak ister ve sanatı, idea’ların izlerinin fenomenler dünyasında form kazanması olarak görür Aristoteles ve idealisttir. Bu sebeple gerçekliğin yanı sıra “olması lazım gelen”, “imkânsızlık” ve “akla aykırılık” kategorilerini de sanatın, poetika’nın amacı sayar.
Ortaya çıkacak sanat, gerçekliğin ve doğanın üstündedir ve ideal olanın yansısıdır ona göre. İdeal olana yönelmiş mimesis, realite içinde olmayan imkânsız ve saçmayı nesnenin formuna yansıtmalıdır. Ereğine uygun ama realite içinde imkânsız (a dynatos), imkânın yokluğunda ideale yönelmiş olarak ortaya çıkan eser, sadece ideal olarak bile realiteden üstün ve değerlidir Aristoteles’e göre. Mimesis, erekliliği içinde, nesneyi olması istenene taşıdığı, idealize ettiği zaman; sanat, bize doğanın fiziğinde henüz ortaya çıkmamış varlıkların yetkin formlarını (eidos-hyle) verdiği, görünür kıldığı için realiten üstündür. İmkânsız ve saçma olanın eserde görünüm kazanmasının, kamunun görüşüne (izleyici) sunulmasının; logos’u geliştireceğini, etik düzlemde iyi olana bağlanıp, iyi olduğu içinde güzeli yansıtacağını söyler.


Katharsis

Eski Yunancada kötü ve zararlı maddelerin vücuttan atılması anlamına gelir Katharsis, aynı zamanda etik ve dini edimlerin amacı olarak “ruhsal temizlenme ve arınma” anlamı taşır. İnsanda birikmiş aşırı duyguların hatta dürtülerin akıtılması, boşaltılması ve saflaştırmasıdır. Mimesis ile ortaya çıkardığı eser, seyircide meydana gelen haz, acı ve benzeri duygulardan arınma (katharsis ton pathematon) ile tamamlanmalıdır Aristoteles’e göre.
Sanatı, estetikten önce etik (ephos) içinde değerlendirir ve özellikle tragedyanın temel işlevinin arınma olduğunu düşünür ve şöyle der: ”Tragedyanın ödevi; uyandırdığı acıma ve korku duygularıyla ruhu, tutkulardan temizlemektir.” İzlemenin hatta görmenin vereceği katartik etki sonucu, seyirciyi yani Polis yurttaşının duygusal olarak iyileşmesini, uyumlu hareket etmesini amaçlamıştır Yunanlılar. Aristoteles seyircide kathartik etki oluşturması için tragedyanın realitenin dışına çıkan mimesis sunması gerektiği söyler; bu sebeple asil kahramanlar, belirsiz kader ve şiirsel dil kullanılmalıdır. Diğer sanat eserlerini de, örneğin müzik, bu bağlantıyla açıklar: “melodilerin tesiri altında ruh boşalır, temizlenir (katharsis) ve rahatlar. Temizlenme veren melodiler, bütün insanlara saf zevk verir.” Sanat etkinliğinde, mimesis sebep; katharsis tepkidir.

Aristoteles’te Güzel

Metafizik’te “Güzel” için şöyle der Aristoteles: “Güzel’in en üstün formları yasalara uygunluk, simetri ve belirlenimdir.” Güzel, evrensel matematiğin formel yasalarına uygunluk içinde, simetri ve uyum gözeterek, tek tek parçaların bütünlük oluşturduğu bir harmoni zemininde ortaya çıkar. “Güzel, düzen ve büyüklüğün içinde bulunur.” der. Güzellik düzen, sınırlılık ve parçaların uyumlu biçimde birleşmesinden doğar. Arınma ile ortaya çıkacak denge, antik Yunan’da aklın (logos) izleği yolun ve sağduyunun ön koşuşudur çoğu kez. Yunanlılar için iyi, güzeldir veya güzel olan iyidir. İyi olup da güzel olmayan yâda güzel olup da iyi olmayan şey, onlar için değersiz, hatta geçicidir. Sanatın güzellik ereğinin, aynı zamanda “en iyi”yi yapma-ortaya çıkarma amacı taşıması gerektiğini düşünür ve şöyle der: “Sanat, doğanın yarım kalmış mükemmelliğinin tamamlanmasıdır.” 


Hegel - Tinin Fenomenolojisi

                    

 

Tin, ölümün, yani olumsuzun suratına gözlerini kırpmadan bakabilen, olumsuzun yanında konaklayabilen güçtür. İşte bu konaklamadır olumsuzu, varlığa dönüştüren büyülü güç."

Tinin Fenomenolojisi Önsöz

 

 

Hegel’in en önemli eseri 1807 tarihli Tinin Fenomenolojisidir. Alman felsefesinde Geist (İng. spirit) varlıkların, var olagelmesini sağlayan tözdür; insan ruhunun ve bilincinin özüdür. Geist’in dilimizdeki karşılığı Tin, eski Türkçede “Tın” kökünden gelir. Tin, evrendeki güçlerin tümüne içkin cevher dir. Tin, Türkçede ruhsal anlamında da kullanılır. Arapça ‘Ruh’ ve Farsça ‘Can’ kelimeleri de, Tin kavramını yansıtır. Tin (Geist), mekan-zaman içinde dünyalaşan ve varlıkları, oluş zeminine taşıyan ve onlarla değişen, çelişen, birleşen ve en sonunda kendine dönen İde’nin (Mutlak, Kendinde-Varlık, Tanrı, Evrensel Akıl) hareketidir. Tin, Kendinde ve kendi için Varlık dır. Tin, İde’nin evrendeki hareketinin özüdür. Doğa, İde’nin kendi dışına açılması ve kendine çelişki ile somutlaşması, madde kazanmasıdır. Tinin uzamda açılması Doğa, zamanda açılması Tarih dir. Tarih, insan ve kültür dünyası; Tinin dünyalaşmasıdır. Tinin gayesi, kendi özgürlüğünün gerçekliğini bilmek ve görmektir.

Tinin Fenomenolojisi adlı eser bilincin değişiminin ve tarih içindeki yolculuğunun betimlenmesidir. ‘Tin, insan ile varolur. Gerçeklik dünyası, sınırsız oluş içinde eksiltili ve değişen fenomenler bilgisidir. Bu sebeple Hakikat, bütündür.’ der Hegel ve Felsefenin görevini şöyle açıklar: ‘İde’yi yâda Mutlak’ı düşünce ile kavramak.’ Fenomenoloji, doğada dışlaşan ve tarihte olgulara dönüşen Tin’in görüngü sürecini; bilincin deneyimi olarak, kültür dünyasının antropolojik katmanlarını içinde betimler. Tinin tarihte kendisini gerçekleştirmesi, tinsel varlık olarak insana ve bilince bağlıdır. Kitap uzun bir önsüzün ardından Bilinç, Özbilinç, Akıl, Tin, Din, Mutlak Bilme bölümlerinden oluşur.


Bilinç, Fenomen, Fenomenoloji

Fenomenoloji, bilginin olanaklarını ve koşullarını araştırır; zihnin işleyişinin ve evrensel bilincin betimini sunar. Fenomenoloji, bilincin kendisini de fenomen olarak ele aldığından; algı ve deneyim ile ortaya çıkan özne-nesne ikiliğinin aşılmasını ve şeylerin özüne dair bilgi olanakları betimlemeyi hedefler. Fenomenoloji, yargı ve neden-sonuç kesintilerine uğratmadan, bilincinin geçirdiği değişimin bilimidir. Bilim, Tinin varlıklara açılmasının bilgisidir. Gerçeklik, diyalektik oluş düzleminde, zaman-mekândaki çelişki ve kapsayarak aşma (Aufhebung) ile gerçekleşir. Gerçeklik, kendinde gerçeklik olarak şeylik kazanmaz. Çünkü gerçeklik, her zaman kendine yönelmiş bir bilinç tarafından bilinen gerçekliktir.

Bilinç deneyimi ile soyut ve dolayımsız Kavram (mutlak), dolayıma girer ve gerçekliğe yansır. Bilinç, kendinde belirmiş fenomenlerin ortaya çıktığı varlıktır. Dış dünya nesnelerinin kendinde ve öz gerçekliğe sahip oldukları savunmak çelişkilidir. Şeyler, rastlantısaldır. Tekil nesneler, tikel kavramlar; şeylerin özündeki evrensel aklı ortaya çıkarmadığı için; dolaysız olarak verilmiş olanı betimleyeme dayalı yöntem olarak fenomenoloji, deney ve pozitivist argümanları yadsıyarak, şeylerin özünü ve bunların ortaya çıktığı evrensel bilinci araştırır.

Fenomenoloji, bilincin yâda zihnin özünün betimlenmesi, araştırma sahası yapılmasıdır. Hegel, Kant’ın phenomena (beliren şey) ve noumena (kendinde şey) biçimindeki epistemoloji ayırımını kritik eder; fakat çözümü belli minvallerde belirsiz kalır. Bilinç tarihte ilk önce kendi kendini deneyimler; hem özne, hem de nesnedir. Öznelliği ‘ben’ olarak ayrışmamıştır. Tarihin diyalektiği ve uğrakları içinde bilinç gelişme gösterir; karşısındaki bilinçleri tanır,  mücadele eder ve öz bilinç olur. Bilincin gelişmesi, aynı zamanda ona varlık imkânı veren Mutlak’ın kendisini dünyaya açması, özünü göstermesidir.


Mutlak, İde, Evrensel Akıl

İde, hakikatin kendisidir. İde, kendinde ve kendisi için hakiki olandır; kavram ile nesnelliğin mutlak birliğidir.’ Özne ile nesne, reel ile ideal, sonsuz ile sonlu oluş minvalleridir İde’nin. Mutlak, varlıklar için olanak ve güçtür. Mutlak, gerçekliğin henüz olmadığı durumdan, başlangıçta olmayan durumdan, olmaya geçmiştir; oluş ile gerçekliğe olanak (energeia/dynamis) vermiştir. Mutlak, varlıklar âleminde kendini, kendinden başkalaşarak gösterir. Tin, değişme, çelişme ve bütünleşme ile uğraklardan geçerken; aynı zamanda özdeşliğinde kendinde-Varlık dır. Gerçeklik (realite), İde’nin dünyada kendini gerçekleştirmesidir. Tinin doğada, tarihte ve bilinçte gerçekleşmesi özgürlük olacaktır. Tin, aslında hep kendisine geri dönen ve özdeşliğini koruyan İde’dir. İde’nin mutlak ve kendilik bilincine sahip görümündür Tin.

İde ile Akıl özdeştir ve bu sebeple “Akli olan gerçektir ve gerçek olan aklidir. Gerçeklik, akıl ile anlaşılabilir olandır. Gerçeklik, akıl ile ortaya konulan İde’dir.” der Hegel. İde’nin özdeşliği içinde dünyalaşır Akıl. Tarih, aynı zamanda İde olan Evrensel Akıl’ın (Tanrı Yasası) gerçekleşmesinin mekânıdır. Aklın Gayesi, tarihte ilerlerken Tinin kendi gerçekleştirmesi, kendilik bilincine varmış Tin olmasıdır. Tarih ile Tin dünyalaşır ve özü İde’ye geri döner; böylece kendi kavramını gerçekleştirir, gerçeklik olur İde. Mutlak, ancak sonda ortaya çıkar. Fenomenoloji’nin önsözünde bunu şöyle ifade eder: 'Hakiki olan bütündür. Bütün ise, kendi gelişimi yoluyla, kendini tamamlayan özden başka bir şey değildir. Mutlak hakkında, onun aslında bir sonuç olduğu, ancak sonda gerçekten olduğu şey olduğu söylenmelidir.'


Öznel, Nesnel ve Mutlak Tin

Gerçeklik, Tinin dünyalaşmasıdır ve “Gerçek, nesnel Tindir.” Var-oluş uğraklarında Tin, tekil bilince yansırken Öznel Tin; tekil bilinçlerin mücadelesi içinde Nesnel Tin, aynı zamanda evrenselliği ile Mutlak Tin dir. Varoluş zemininde belirerek kendini öznenin bilincine açan Tin, aynı zamanda özünü taşıdığı Mutlak’ın tümelliğini de zaman içinde açar. Öznel, nesnel ve mutlak Tin, varlık zemininde belirişleri ile ayrım olsa da, aslında Mutlak olanın özdeşliğinde ortaya çıkar. Tümel ve tekil, sonsuz ve sonlu uğrakları içinde barındıran Tin; aynı zamanda, Mutlak’tan eksilerek somutlaşır.

Dünya Tini, sürekli oluş halinde ve çelişki ile madde ve form kazanır; belirir ve ayrım ile somutlaşır. Özdeş ve tümel İde; doğada nesnel Tin, insanda öznel Tin olur. Kendisini olumsuzlayarak varlıkları hem muhafaza edip, hem de kapsayarak (Aufhaben) ilerler. Doğa, düşünceden yoksun madde olduğu için özgürlüğü veremez; bu yüzden Tinin amacı, özünde özgürlük taşıyan insan bilincine, düşünceye yansımaktır. Tinin saltık gerçeği, aktüelde tamamlanmış değildir. Tin nesneleşmesi sonludur ve bu sonluluk, özbilinç ile bütünleşen Mutlak Bilme ile ortaya çıkar.


Tarih ve Özgürlük

Özgürlük, Tinin kendini gerçekleştirmesidir. Tarih, inişli çıkışlı ilerler ve çelişkiler sonrasında bütünleşerek evrilir. Hegel’e göre Dünya Tini (Welt-Geist), siyasi liderleri, komutanları (kral İskender, Sezar, Napolyon) ve kavimleri, halkları ve özellikle de ulusları; kendi son amacını gerçekleştirmek, özgürlüğünü somutlaştırmak için araç olarak kullanır. Doğu toplumlarından, antik Yunan’a, Roma döneminde Cermen dünyasına ilerlemiştir Dünya Tini. Protestanlık ve Reformasyon sonrası, ilk defa Cermen Dünyası ile insan, öz-bilinç kazanmıştır Hegel’in Batı merkezli tarafgir tarih felsefesine göre.


Birey, Sivil Toplum, Devlet, Etik

Devlet, birey ve sivil toplumun çatışan öğelerini hem içinde alan, hem de diyalektik ile üst bir uğrağa taşıyan etik düzlemdir. Birey özgürlüğü, önce doğal ihtiyaçlarını bağımsız biçimde sağlayabilmesi, sonrasında özgürlüğünü toplumdaki diğer bilinç sahiplerinin özgürlüğü ile sınırlayabilmesidir. Hegel’in devlet düşüncesi bireyi değil, tümel olanı savunur; etik anlayışı da pratik olanı değil, olguyu temel alır. Toplumsal güç ile bireyin özgürlüğünü uzlaştırmak, modern devlet ile gerçekleşir. Devlet, birey ve cemaatlerin özgürlüklerini sınırlayarak uzlaştırdığı için aynı zamanda sivil toplum dur.


Mutlak Bilme - Zamanın Sonu

Son, Tinin kendisini Tin olarak doğru ve kesin biçimde bilmesidir.Mutlak Bilme’ bölümünde Hegel şöyle açıklar: ‘Tinin bu son biçimi –aynı zamanda kendi tam ve hakiki içeriğine kendilik formu veren ve bu yolla kendi kavramını gerçekleştiren, bu gerçekleştirmede de kendi kavramı içinde kalan Tin, mutlak bilmedir.’ Tinin dünyalaşmasının sonu, aynı zamanda Zaman’ın sonudur.

Tin, kendini zamanda dışsallaştırır; ama bu dışsallaşma tinin kendisinin dışsallaşmasıdır; negatif kendisinin negatifidir.’ Bu dışsallaşma yoluyla, çeşitli form ve içerikler üzerinden kendine geri döner ve ‘Tin, kendi varoluşunun saf öğesini, kavramı elde eder.Kavramın tam gerçekleşmesi, yâda kendi hakikati içinde Mutlak; Tin kendinin bilincine varmadan önce zamanda görünmez. ‘Zaman, orada olan kavramın kendisidir. Tin zorunluluk ile zamanın içindedir ve zamanda görünür. Ta ki kendi saf kavramını bulacağı, yani zamanı sileceği ana kadar.” Hegel kendi dönemi ve felsefesinde özbilinç ve özgürlüğün düşüncede elde edildiğini söyler.


Varlık ve Hiçlik

Kendinde ve kendi-için Varlık, varoluş zemininde belirmediği için, bilim ve gerçeklik ile tamlığında bilinemez ve kavranamaz. Kendinde-Varlık, tümel Kavram olarak, varlıkların dışındadır. Kendi-için Varlık mekanik, kimyasal ve organizma var-oluş ile dış-varlıklara olanak vermiştir. Doğaya, tarihe ve bilince yansıyarak Tin ile dünyalaşmıştır. Onun özünü, imkânını içermeyen hiçbir şey; var-oluş bulamaz, gerçeklik olamaz. 

Kendinde-Varlık’ın sonsuz özdeşliği ile sonlu Tin’in özne bilincindeki belirmesinin ve uzlaşmasının sonucu Kavram ile Gerçeklik bütünleşecek ve Tin, kendinin kendinde-bilincine ulaşacaktır. Tin dinde Tanrı, sanatta İmge, felsefede Düşünce dolayımı ile kavranır. Kendi-için Varlık özgürlüğünde sınırsız olduğundan, sonlu insan bilinci için sonsuzluğu ile Hiçlik dir.


zamansız-4

malum olur, sınırlı lavanta kokusu

rağmen, çaresiz bilakis güzel.

işte orada, ama orada işte

bedenini bırakır enkazında köşeye plase.

4. tekil şahıs istasyonunda kaçırdı ölümü!


dünya kötü bir yer olabilir,

ise alınırım.

tanrı’nın efsane sessizliği,

önce hayaller, sonra  masumlar röveşata.


bilakis, önden topyekün insan

arkadan,

çok pazartesi yola çıktı hevesler!

sönmemiş efesus ateşinde,

arkasızın arkası yekpare

esinti yerde kısık ateş ağladı.


kendimden geç haber alıyorum,

yürüyemediğim mücbir sebeplerle.

‘Gecikmeli Bir Ankara Treni’ derdi,

tanışmadığım lakin kalender dostum.


betimleme ki öldürür,

çocuk andıran şiir olalım.

5-7 saniye gözünde kalsam, 

sen geçerken pasajda

ve ben hayta.

aşk hiç var, hiç kadar güzel.

türkiye’de yaşamakla cezalandırılmış hissederdi

derdi ama

anam avradım olsun herkes, Yolunda.

tam zamanında.


Kant-Pratik Aklın Eleştirisi: Özgürlük İde’si ve Ahlak Yasası, Ödev ve İrade, Koşullu ve Kesin Buyruk



Nesneler dünyası ve bağlı olduğu yasalarla ilgilenen bilgi, ikiye ayrılır; biri doğanın yasaları yani Fizik, öteki ise özgürlüğün yasaları yani Ahlak dır. Kant, “Ahlakın Metafiziğini Temellendirme” ve “Pratik Aklın Eleştirisi” adlı eserlerinde özgürlüğün yasalarını inceler. Ahlak, güdü ve eğilimlere olan bağımlılığından kurtarılmalı; a priori evrensellik ile saf akılda ortaya çıkan yasasını; insana ödev kılmalıdır. Ahlak, yükümlülük nedeni insanın içinde bulunduğu dünyanın koşullarından almamalı, tersine a priori olarak doğrudan saf aklın kavramlarında bulmalıdır; Eğer deneyime dayanırsa, ihtiyaç ve çıkar ile ilgiliyse ahlaki buyruk; pratik kural olabilir ama hiçbir zaman genel-geçer ahlak yasası olamaz; der Kant. Ahlak metafiziğinin görevi, rastlantısal olmayan, deneyim ve güdülerine dayanmayan, saf aklın düşüncesinde ortaya çıkan idelerin, iradeye yansımasını araştırmaktır. Ahlak Yasası’na bağlanma ile meydana gelen yükümlük, saf aklın iradeyi yönlendirmesi olduğu için akıl sahibi varlıkta ortaya çıkan özgürlüktür. (Kant Felsefesinin Temelleri üzerine bir başka yazı için tıklayınız)

Özgürlük İde’si ve Ahlak Yasası

Özgürlük, fenomenler dünyasında bilgisi olmasa dahi, saf aklın özünde var olagelen diğer ide’leri -Tanrı, Ruh, Evren- a priori olarak “ben düşünüyorum” edimi içinde kavramamıza imkân veren önsel saltık ve biricik ide dir. Özgürlük idesi, saf akılda bulunmasının doğal zorunluluğu ile pratik akılda ahlak yasası’nın koşuludur; yâda olmalıdır felsefenin aktüeli dönüştürme edimi içinde, Kant’a göre. Özgürlük olmasaydı, aklımızda çelişkilerle ilerlese dahi, düşünülmüş ve buyruk vermiş ahlak yasası, varlık zemini bulamazdı. Saf akılın ide’leri, özgürlük idesi’nin zemininde imkân bulur; görüngüsü bilinmeyen ama düşünülen olmaları ile varlık kazanır. Ahlak Yasası; insanın doğal eğilimleri, duygulanışları, içgüdüleri ile değil; saf aklın kesin buyruklarını (kategorik imperatif) aktüel oluşlara yansıtan a priori yasalardır. Özgürlük idesi’nin nedenselliğinde ahlak yasası, duyu-üstü Varlık’ın olanağıdır.

Pratik Akıl ve İrade

Özgürlük yetisi, iradeyi doğrudan belirleyerek aklı, pratik kılar. Böylece, saf akıl -sentetik yargılarındaki çelişkilere rağmen- ahlak yasası ile ide’lerine nesnel gerçeklik veren pratik akla dönüşür. Ve saf aklın aşkın kullanımı, pratik akıl ile içkinleşir. İradeyi yönelten ahlak yasası ile ide’ler, nesneler dünyasına bağımlı özne için neden olur. Akıl, iradeyi belirlemiyorsa; irade ayrıca öznel koşullara, güdülere bağımlı ise; eylem, öznel olarak rastlantısal dır. Yalnızca akıl sahibi varlık, ilkelere (maksim) göre eylemde bulunma yetisine sahiptir. Yasalardan eylem türetmek için akıl gerekli olduğunda irade, pratik akıldır. İrade, algı ve duygu tasarımlarının karşılığı olan nesneleri yaratmak yâda nesneleri meydana getirmek üzere insanın kendini fenomenler dünyası içinde belirleme, ortaya koyma yetisidir. Arzulama yetisinin duygu-duyumlara bağımlılığı, eğilim dir. Eğilim, her zaman gereksinimler dayalı bir iradenin rastlantısal yönelimini verir. Eğilimlere bağlı aklın iradesi, ilgi dir. Pratik akıl, deneyden gelmeyen ama akılda var olan a priori buyrukları kullanarak, doğal iradenin isteklerini yönlendirir; aklın iradesine dönüştürür.

Koşullu ve Kesin Buyruk

İradeyi zorladığı ölçüde bir ilkenin tasarımına, aklın emri; formülüne buyruk (ımperativ) denir. Buyruk, iradeyi sorumlu kılar. Aklın buyrukları, gereklilik, “olması gerekir” ile dile getirilir. Buyruk, öznel değil, nesnel nedenlerle iradeyi belirlemesi gerekendir. Buyruk, koşullu (hipotetik) veya kesin (kategorik) olarak iki biçimde buyurur. Koşullu buyruk, insanın ulaşmak istediği şeye araç olacak mümkün bir eylemin zorunluluğunu ortaya koyar. Kesin buyruk, bir eylemi başka herhangi bir amaçla ilgi kurmadan, sadece kendisi için ortaya koyar. Buyruk, iyi iradenin maksimine göre eylemi belirleme formülüdür. Eylem bir amaç için araç olarak iyi ise, koşullu; kendi başına iyi ise, kesin buyruktur.

Ödev

Ödev, yasaya saygı gereği yapılan eylemin zorunluluğudur. Ödev, en yüksek ahlaki değerdir. İyilik yapmak, yapılabildiği yerde, ödevdir. Maksim, iradenin öznel ilkesidir. Eğilimlerden dolayı iyilik ediminde bulunması kişiyi ahlaklı yapmaz; bu eğilimler ben sevgisi ve çıkar nedenleriyle öznel, hatta yıkıcı olabilir. Sevgi, nefret gibi eğilimlerin etkisi ve yansısı; ahlak yasanın buyurduğu ödevden doğmaz. Ahlak yasasının eylemi, ödevden dolayı ve ödev sorumluluğu ile ortaya çıkar. Yasaya dayanan, gerçekten ödevden doğan ve kesinlik taşıyan bir ahlaklılık örneği verebilmek; deneyim ve kişisel eğilimlerin etkisi nedeniyle olanaksızdır. Kant, ahlaki eylemi, “ödeve uygun” ve “ödevden doğan” olarak ikiye ayırır. Ödeve uygun davranış, insanın ihtiyaçlarının ve isteklerinin güdümünde ortaya çıkar. Ödevden doğan davranış ise, ahlak yasasına ve saf akla bağlıdır. Örneğin, bir tüccarın müşterisine doğruyu söylemesi, ödeve uygundur ama ödevden doğan davranış olmayabilir. Çünkü tüccar, müşteri kaybetme ve hukuki yaptırım endişesi ile davranmış olabilir. Bunun karşıtında tüccar, kendi iradesine dış koşulların etkisinde kalmadan, hiç kimseyi aldatmaması gerektiği buyruğunu verebiliyorsa; bu davranış, aktüel olandan bağımsız ve ahlak yasasına bağlı ödevden doğandır. Ödevden doğan, şeylere olan ilgiyle değil; yasaya olan bağlılıkla değerdir.

Yasa’ya Saygı

Aydınlanma, insanın; insanlığı, kendi ve başkaları için hep bir amaç olarak görecek biçimde eylemde bulunmasıdır; Kant’a göre. Yasanın buyurduğu, “insanları, amaç olarak gör” ifadesi, aydınlanmanın ideal ve zorlu ilkesine çağrıdır. Sevgi veya nefret; içgüdüsel duygulanıştır, deneyim hisleridir ve ahlak yasasını içermez; bunla ilgili olarak intihar örneğini verir. İntihar, benliğe ve doğanın yasalarına aykırıdır. İntiharda irade, içgüdünün ve duyguların kontrolünde aklın yasasından vazgeçip, kişisel amaçlarına göre hareket eder. İntihar ahlaklı davranış değildir, çünkü kişiseldir, içgüdünün aracıdır, bencilliktir. Oysa ahlak yasası, doğanın yasasına uyum ile ortaya çıkar ve pratik aklın iradesinde insan, yaşamaya devam etmelidir. İnsanı, ahlak yasasına bağlayan ve amaca yönelten sebep, pratik yetisidir. Yasa ile insanlar arasında oluşması gereken şey sevgi değil, saygıdır. Saygının nesnesi, yalnızca yasadır.

Ahlak yasası ile Kant, fenomenler dünyası içinde felsefeyi ve aklı içeren eylemi umut eder ve şu kesin buyrukları geliştirir: “Öyle davran ki; insanlığı, kendinde ve bir başkasında, asla bir araç olarak değil, her zaman bir amaç olarak gör.” Ve devam eder: “Öyle davran ki, eylemlerinin maksimi, genel-geçer ahlak yasası ile uyumlu olsun.” Fakat Kant’ta kabul etmektedir ki, insan; doğası gereği pratik aklın ve arzuların çatışmasında çelişkilere ve daha çok ahlaksızlığa meyillidir. Geliştirdiği ahlak metafiziği, iyi niyetli buyruklar olarak kalmış ve pek fazla aktüel, hatta ideal olamamıştır. 


Kant: Mutluluk ve Ahlaklılık


Mutluluk ile ahlaklılık arasında kesin ayrım yapılamaz der Kant, Pratik Aklın Eleştirisi’nde. Özgürlük idesi, salt akılda düşünce olarak vardır ve ahlaklılığın, zorunlu belirme nedenidir. İde, ancak ahlak yasası aracılığıyla kendisini görünüşlere sunabilir, pratik aklın gerçekliğine dönüşebilir. Ahlak yasası, “yapmalısın” der. (Ahlak Yasası ve Özgürlük hakkında bir başka yazı için tıklayınız) Maksim, öznel ilkedir; yasa, nesnel ilkedir. Özne, duyumlarına ve eğilimlerine bağımlı iradesi ile maksimler ortaya koyar. Arzulama yetisi, doğanın iradesidir ve güdülerin bağımlılığındadır, özerk değildir. Ahlaklılık, iradenin özerkliğini şart koşar. Ahlaklılık, ahlak yasası’nın genel-geçer buyruklarına bağlı olarak maksimlerine yön veren akıldır. Pratik akıl, ahlaklılık ile maksimlerine irade koyar. Fakat ampirik olması, öznel iradeye bağımlılığı ve arzulama yetisinde ortaya çıkması, mutluluk konusunda belirsiz ifadelere sürükler Kant’ı.

Mutluluk isteği; duyular dünyasının, doğa yasalarının ve dürtülerin bağımlılığında (heteronomi) iradeyi belirlerken; ahlaklılık, doğanın yasalarından nispi olarak bağımsız (otonom) kişinin düşünülür dünyasında (anlama yetisi) kendi iradesini özerk kılan özgürlük idesinin tasarımında gerçekleşir. Mutlu olmayı istemek, arzulama yetisinin zorunlu belirme nedenidir. Arzulama yetisi, duyum ve ihtiyaçların sezgisi ile ortaya çıkar ve yaşamdan payını almak için doğal iradeyi yönlendirir. Ahlaklılık ise, akıl tarafından buyrulan ve bütün eylemleri ve şeyleri, kendisine bağlayan son ve mutlak amaca, İde’ye gereksinim duyar. Bundan dolayı “Ahlaklılık ile dünyanın bir parçası olan, bu yüzden de ona bağımlı olan bir varlığın, mutluluğu ile arasında zorunlu bir ilgi kurmak için hiçbir neden yoktur.” der Kant. Ödev, duygulara ve güdülere göre değil; yasanın amacına göre irade buyurmadır. Kendi başına amaçtır, ödev. Bir insanın yaşam kaygıları ile iyilik yapması, iyi insan olması; koşullu buyruk olabilir; çünkü eylemi eğilimlerin, ihtiyaçların ve benlik sevgisinin –bencillik- güdümünde koşullanabilir. Ahlaklılık ile iyilik yapmak, iyi insan olmak ise; yasasının kesin buyruğu ile aktüel fayda yâda araç gözetmeden, güdülerine bağımlı kalmadan, hatta deneyim olarak negatif etkisini dahi göze alarak, iradenin özerkliğinde yasaya bağlılık ve ona olan saygı ile ortaya çıkar.

Ödevden doğan davranışın maksimi, ahlak yasası’na saygı dır. Ödevden doğan, bitimli ve rastlantısal arzulama yetisinin maksimi ile çelişki içindedir. Pratik aklın diyalektiğini şu şekilde kategorize etmeye çalışır Kant: “Ya mutluluk arzusu, maksimlerin hareket ettirici nedeni; ya da ödevin maksimi, mutluluğa etkide bulunan nedendir.” Fakat buradaki tez ve anti-tez, birbirlerini yanlışlayacak içerik ve kapsama sahip değildir. Çünkü mutluluk, kavram olarak belirsizdir. Sonlu varlık insanın, kendinde beliren arzuları gerçekleştirmeye; doğanın (Kosmos) sonsuz edimi ve yasası karşısında, doğası gereği gücü yetmez. Bu nedenle tek başına mutluluk, nihai edim; hatta amaç olmaz. Doğal iradenin yönelimindeki fizik mutluluktan, ayrı olarak İnsan zihninde meydana gelen mutluluğu; erdem -kendinden memnun olma- olarak; ayrıştırır Kant. Erdem, görünümlere bağımlı iradenin doyumu ile meydana gelen mutluluk değildir; aksine aktüel olanın baskısından uzak, iradenin özerkliğinde hissedilen, düşünülendir. Ödev sorumluluğu, saf vicdandır ve bu sorumluluk, insanın iradesine yön vermesine, tercihte bulunmasına zemin oluşturur. Kant’a göre, ahlak yasası’nı ortaya çıkaran şey; insandaki özgürlük idesi’nin yansıması olan, saygı duygusudur. Saygı duygusu, salt akılda ve insanın varlığında koşullanmıştır ve nefret-acıma duyguları gibi öznel, deneyime bağlı değildir. İyi İrade, eğilimlerine akıl ile buyruk veren insanın seçimidir; seçimi olduğu içinde özgürlüğüdür. Eylemi, yasanın buyurduğu maksime göre amaç kılmayı gözetir iyi irade. Kaderin cilvesi ve adaletsizliği nedeniyle, amacını gerçekleştirmekte güçsüz kalıyorsa, harcadığı tüm çabaya rağmen hiçbir şeyi başaramıyorsa; yine de kendinde değer dir, iyi irade.

Fiziksel mutluluğu ve duyusal tatmini göz ardı etmeden ama deneyimden mümkün mertebe uzaklaşıp, kendinden hoşnut olmanın; değerini vurgular Kant ve şöyle der: “İnsanın kendinden hoşnut olabilmesinin nedeni, bilinçte bulunur. Orada her tür mutluluğu yakalayabilmenin ve hayat şartlarından bağımsız olarak hoşnut olabilmenin imkânı vardır. İşte bu sonuncusu, düşüncede meydana gelen entelektüel mutluluktur.” Ama yine de Kant, aktüel dünyanın duyumlanışı ile oluşan doğal ve bağımlı iradenin, özerkliğini koruyarak bu yetkinliğe ulaşmasının çok zor ve ideal olduğunu belirtir. Ahlaklılık, saf aklın pratik talebidir; Özgürlük, Tanrı ve Ruh idesi’nin varlığından doğar ahlak. İde’ler olmadan, yasa olamaz. İde'lerin kabulü olmaksızın ahlak yasası, boş bir kuruntudan ibarettir. En Yüksek İyi’ye (Tanrı) ulaşma yolundaki ahlaklılığın, mutluluğun da maksimlerini vereceğini savunan senteze ulaşır, nihayetinde Kant.


Kant - Yargı Gücünün Eleştirisi: Estetik ve Güzellik


Kant, 3. kritiği “Yargı Gücünün Eleştirisi” ile felsefe dizgesini tamamlar. 3. Kritik estetik ve beğeni yargısını araştırır. Estetik yargı araştırması mantık sınırları içinde kalmaz; öznellik üzerinden Transandantal anlama ile nesneyi inceler. Kant’ın dizgesinde bilincin 3 farklı yetisi vardır:

Akıl: Tümel aracılığı ile tikeli belirme yetisidir.

Anlama Yetisi: Tümelin bilgisine sahip olma yetisidir.

Yargı Gücü: Tikeli tümelin altına koyma yetisidir.

Yargı gücü, duyguyu ortaya çıkaran bilgi yetisidir. Çünkü insan, anlama yetisi ile bilemediği ve akıl ile belirleyemediği ve de isteyemediği şeylere duygu geliştirir.


Beğeni Yargısı

Beğeni, fenomenler karşısında ortaya çıkan özneye ait yargıdır. Şöyle der Kant ‘Beğeni bir nesneyi yâda bir tasarımı, hiçbir çıkar olmaksızın hoşlanma veya hoşlanmama sezgisiyle yargılama yetisidir.’ (Y.G.E) Bu anlamda beğeni bilgi yargısı değildir; zorunlu olarak özneldir. Güzelliği ve estetik yargıyı insan sezgisinde ortaya çıkaran ise Doğa dır. Estetik yargı, aklın tasarımları ile temsil edilse dahi, duyum ve hazlarla öznelliğin yargısıdır. Estetiğin alanı güzel ve yüce dir.

Beğeni yargısını belirleyen hoşlanma, faydadan uzaktır.’ Fayda, istek ve ilgi içerir nesneye karşı; oysa hoşlanma, nesne karşısında salt haz duyar. Beğeni yargısının niteliği amaçsız olmasıdır; aynı zamanda beğeni ortak aklın, tarihin ve kültürün birikimi olan eğitimin (Bildung) ürünüdür. ‘Beğeni, Bir nesne konusunda, karşılık beklemeden, ondan hoşlanma veya hoşlanmama ile yargıda bulunma yetisidir. Bu durumda hoşlanmanın içerdiği konuya, Güzel denir.’ Güzel için fayda söz konusu değildir; fayda bir nesneye hükmetme, kullanmayı hedefler ama güzel de böyle bir amaç yoktur. Beğeni, salt ve pratik aklın dışında, estetik yargı verme yetisidir. Güzel, Doğa’nın kendi amaçlılığı ile ortaya çıkar. Doğa’daki uyumun zihindeki duyumu ile Güzel fenomeni kavranır.


Yüce ve Sezgi

Yüce, güzelden farklıdır; yargı yetisinin dışında var olur. ‘Yüce duygusunu uyandıran şey; biçime göre yargı yetimizin amacına aykırı, sergileme yetimiz için uygunsuz ve imgelem yetimiz için dehşet verici görünebilir. Ve salt bu nedenle daha da Yüce olarak yargılanır.’ Doğanın özündeki uyumun kaynağını (noumenon) bilmek mümkün değildir. Doğanın yasası olan yüce’yi sezme estetik ile olur. Doğanın aktif duyarlılığını ancak Sezgi ile kavrayabiliriz. Sezgi ile doğanın parçası olan aklın sınırlarını aşan varlık, Yüce duyumu kavranır. Yücenin sezilmesi ile insanda, hem beğeni ve kıvanç; hem de çaresizlik, dehşet duyguları oluşur. Doğa, Deha üzerinden sanat eserleriyle kendi amaçlılığını varlığa getirir.

Yüce akıl sınırını aşan, bilincin algı ve anlama ölçütlerini altüst eden, ‘büyük olan nesne’ dir. Yüce olanın nesne görünümü, karşısındaki özneyi idrak alanı içerisinde çaresiz bıraktır. Yüce karşısında belirsizlik alanı ile yüzleşir özne. Yüce ile karşılaşan akıl, görünmeyen ama düşünülen kavramların ve idelerin; duyulur varlık, büyük nesneler ve sınır durumlarda yansımasını görür. Yansıma, görü ve kavram arasındaki kaynaşmadan ortaya çıkan ışıma dır.


Yargı Gücü

Yargı gücü (imagination), akıl ile anlama yetisi arasında köprüdür. Kant, yargı gücünü ‘Özeli genel altına koymak ve özeli genel altında düşünmektir.’ diye tanımlar. Transandantal çözümleme ve sentez yeteneğidir yargı gücü ve doğrudan sezgi duyumu ile eski deneyimlere bağlanır. Bilme ve arzulama yetilerinin a priori ilkelerinin aksine, yargı gücü hep öznenin bir duruma ilişkin Duyarlılığı dır. Yargı gücüyle, doğa ile akıl arasında uzlaşmayı araştırır Kant; bu araştırmanın konusu Duygu dur. Duygunun temelinde a priori ilke bulunmalıdır ki bu Ereklilik dir. Zihin, Doğanın erekliliğini bilgi ile kavrayamasa da, duyumsayıp sezebilir.


Güzel

‘Hoşlanmanın nesnesine Güzel denir.’ Güzel, iyi ve doğrudan ayrı, kendi başına değer dir. Kant estetik yargıda bile, doğa ve ahlak alanındaki olduğu gibi a priori ilke ve genellik arar. Bu onun kritiğinin paradoks halidir. Bu çatışmayı aşmak için şunu söyler: ‘Güzel, kavrama dayanmadan genel olarak hoşa giden şeydir. Güzel olan şeyi sübjektif amaçlılık ile açıklar. Bu bağlamda Güzel, bizim bilgi yetileri ve kavramlarımızdan bağımsız olarak şeyi, özgür oyun alanımız içinde konumlandırmamız ve bundan estetik haz duymamızdır. Güzel diyerek izlediğimiz nesne, bize farklı ruh hali verir. Şiir okurken, resme bakarken; onlardan sadece haz almaya çalışırız. Güzel, nesneyi sadece güzel olduğu için seyretmektir.


Ortak Duygu

Beğeni hoşlanmaya dayanan öznel yargıdır ama Kant’a göre yine de zorunlu da olabilir. Bu durumu Ortak Duygu (sensus communis) kavramı ile açıklar: ‘Bir şeyin güzel olduğunu bildirdiğimiz yargı, kavramlara değil de, duygumuza dayanıyor olsa dahi; ortak duygu, herkesin bizim yargılarımızla uyuşacağını değil de, uyuşması lâzım geldiğini söyler. Ortak duygu, salt ideal norm dur. Ortak duygunun salt ideal norm olması şartı ile, bu norm ile uyuşan objeden duyulan ve yargı içinde ifade bulan hoşlanma, haklı olarak herkes için geçen bir kural yapılabilir.’

Ortak duygu (sensus communis) öyle ideal bir ilkedir ki, tümel beğenidir. Tekil beğeni yargıları, ortak duygu olarak tümel beğenin bir örnek üzerinden nesneleşmesidir. Bu bağlamda Güzel, bir zorunlu hazzın objesi olarak, kavramsız bilinen şeydir.’

Kant, estetik yargının geçerliliği problemini araştırmıştı. Güzellik felsefesi, estetik yargılar ve haz psikolojisi ile ilgili idi. Fakat Kant, konuyu bütünlükten yoksun bir sistem içinde kaynaştırmaya çalıştı ve sonunda pek tutarlı olmayan sonuçlara ulaştı.




Hegel; İstek ve Özbilinç: Efendi - Köle Diyalektiği



İki özbilincin ilişkisi öyleyse, ölüm-kalım kavgası yoluyla birbirlerine kendilerini tanıtlamaları olarak belirlenir. Bu kavgaya girmelidirler, çünkü kendileri için olmayı, başkasında ve kendilerinde gerçekliğe yükseltmelidirler. Ve ancak yaşamın tehlikeye atılması yoluyladır ki, özgürlük kazanılır. Yaşamını hiç tehlikeye sokmamış birey, hiç kuşkusuz kişi olarak tanınabilir; ama bağımsız bir özbilinç olarak tanınmışlığın gerçekliğine erişmiş değildir. Her birey, kendi yaşamını tehlikeye attığı gibi, başkasının ölümünü de amaçlamalıdır; çünkü başkası, onun için onun kendinden daha değerli değildir.” (Tinin Fenomenolojisi – Hegel)




İstek ve Özbilinç

İnsan, öz olarak fizik duyumu aşamayan hayvandan, bilinci ile ayrılır. İnsan gerçekliği, zorunlu biyolojik doğanın içinde ortaya çıktığında, ilkin hayvansal isteklerle hareket edecektir. Ama hayvansal istek, fizik-duyum istek, bilinç ile ortaya çıkan insansal isteği karşılayamaz. Nesneler dünyasında belirmiş olarak var olan insan, ancak bir İstek (desir) yoluyla kendini benliğe dönüştürebilir. İnsan benliği, bir isteğin benliğidir.

İstek huzursuzlaştırır ve eyleme yöneltir. İstek, nesneyi olumsuzlamaya ve dönüştürmeye yönelir. Güdü istek, doyum için dönüştürmedir. (yemek isteği ve yiyeceği sindirme gibi). Aynı zamanda bilinç, olumsuzlamayı olumsuzlama ile nesneyi, kendi gerçekliğine dönüştürür. Eğer istek; benliği olmayan, özgürlükten uzak doğal bir varlığa, nesneye yönelir ise; olumsuzlamanın olumsuzlaması olarak insan isteği, karşısındakinin sadece belirmiş gerçekliğini dönüştüreceği için elde edilen doyum, sadece fizik-duyum olacak ve özbilince yansımayacaktır. Bu sebeple, özbilincin ortaya çıkması için insan isteğinin, fizik-duyum koşullarını aşmış bir canlıya, insana yönelmesi zorunludur. Doğal güdülerinden ayrışarak orta çıkan istek olarak istek, bir başka benliği isteyecektir.

Belirmiş nesneler ve doğa düzlemini aşan İstek, isteğin kendisidir. İsteğin isteği, aynı zamanda dolayımsızlığı içinde Hiçliktir ve mekânda değil, zaman ile oluşa gelir. Ve böylece Benlik, ne idiyse o olmamak için var olmak isteyecektir. Benlik, gelecek için geçmişin şimdi de olumsuzlanması yoluyla kendisini gerçekleştirmeyi ve özbilince kavuşmayı amaçlar. İnsansal istek, bir başka bilincin isteği olmak ve ona kendini kabul ettirmek, Tanınmak ister.

O halde insan gerçekliği, isteklerin yaşamda karşı karşıya gelmesiyle toplumsaldır. İstek olarak istek; kadın-erkek arasında, fizik-duyum isteği aştığı zaman; karşısındakinin isteğini elde etmek, istenilmek, sevilmek, arzu edilmek durumunda insansal istektir. Aynı zamanda nesneler, diğer insanların istemesi ile tarih içinde insani isteğe dönüşür. Yurt-toprak, bayrak, kutsal eşya, sanat eseri gibi nesneler; toplumsal içindeki insan dolayımı ile nesne olmaktan çıkar ve zaman kipinde kutsala, yüceye dönüşür. İsteklerin yarattığı eylemler ile Tarih, isteklerin tarihi olmuştur.


Efendi – Köle Diyalektiği



Efendi, özü kendi için olmak olan bağımsız bilinçtir.
Köle, özü öteki için yaşamak olan bağımlı bilinçtir.”
(Tinin Fenomenolojisi - Hegel)


İnsan doğasını tehlikeye attığı zaman, özbilinç kazanır. İnsan varoluşu, kendini kabul ettirme (Anerkennung) isteğidir. Efendi, kendisi için varlık olarak bağımsız bilinç iken; Köle, fizik doğasını henüz aşamamış bağımlı bilinçtir. Efendinin öz değeri, gerçekliğinin kendisi dışında bir insan tarafından kabul edilmesine bağlıdır. Efendi yâda köleden birinin ölmesi, kabul edilme isteğini yok eden mutlak olumsuzluk olduğu için çatışma, karşındakini öldürmeyi değil; onunla mücadele etmeyi gerektirir. Köle, çalışma ile şeyleri dolayımsız olarak dönüştürür; Efendi ise, şeyleri köle emeği üzerinden dolayım içinde tüketir. Efendinin isteğini sürdürmesi, kölenin emeği ile doğayı dönüştürmesine bağımlıdır. Köle hayatını tehlikeye atmadığı, efendi de çalışmadığı için aralarındaki diyalektik tam olarak kabul edilme değildir. Kölenin efendiyi kabul etmesi, efendi için yeterli değildir; çünkü köle özbilinç sahibi olmadığı için efendinin insan isteği doyumsuz kalmıştır. Köle, bağımlı bilinçtir ama emeği ile efendisine dolayımlı tüketim sunarken, efendiyi kendine bağımlı kılmıştır.

İki bilincin mücadelesi, “saygınlık kazanma” savaşıdır. Kölenin bilinci, özbilincin gerçekliği olacaktır. Dolayım ile tatmin olan efendinin çıkmazı karşısında, dolayımsız emeği ile doğayı dönüştüren kölenin, köleliğini aşması; toplumu meydana getirmiştir. İnsan emeği ve dönüşümüyle ortaya çıkan, Dünya Tini dir. Çalışarak doğanın efendisi olmaya doğru ilerleyen köle, efendiden kurtulacaktır. Efendi-köle arasındaki çatışma, özgürlüklerin karşılıklı olarak tanındığı ve sınırlandığı modern devlet ile aşılacaktır.

Ölüm korkusu, efendi ile bağımlıyı bir araya getirir. Bağımlı ölümden, olumsuzdan korkan; yaşamda kalmaya çalışan bilinçtir. Ölümle her şeyini kaybedecek bağımlı, korkuyla ölüm karşısında bakışını yaşama çevirir. Efendinin isteği ve amacı; kendisinin mutlak özgürlüğe erişmiş özne olarak, bir başka bilinç tarafından tanınmasıdır. Efendi, olumsuzla karşılaşmaktan çekinmeyen, yok olmak tehlikesini göze alan; en önemlisi, ölümün yüzüne, gözünü kırpmadan bakabilen bilinçtir. İnsan, özbilincine ancak çalışarak ve ölüm korkusunu aşarak ulaşabilir.

Mutlak özgürlük, her türlü korkuyu aşmış olduğumuzun herkesçe kabul edilmesidir. Mutlak özgür bilinç, artık korkmayan bilinçtir. İşte bu noktaya, bu uç noktaya değin ilerleyen bilinç, gerçek tanınmaya ulaşır, doygunluğa erişir. Mutlak özgürlük, hiçbir belirli varolan’a (orada olan-Dasein) bağlı olunmadığını, yaşama bağlı olunmadığını kanıtlayabilmektir.” (Tinin Fenomenolojisi – Hegel)