saygı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
saygı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kırmızı Hap (Red Pill) Hareketi


Erkeğin daha maskülen (doğal erkeksi), kadının daha feminen (doğal kadınsı) olmasını isteyen eylem ve düşünce hareketi olarak son yıllarda gelişti red pill. Bu hal, Türkçesi ile ‘kırmızı hapı almak’ ve bu formasyon sonucu sadece cinsel değil, sosyo-ekonomik olarak bireyin hayatını yeniden düzenlemesi, en azından değişime geçmesidir.

Kadın erkek eşit değildir; kadın ve erkek birbirilerini tamamlayıcıdır. Biyoloji ve mizaç zorunluluğunda içgüdü ile erkek, cinsel olarak beğendiği kadını ‘doğrudan’ cinsel olarak ister ve sever. Kadın, erkeğe nazaran ‘dolaylı’, duyusal bağ içinde ve  ‘sağlayıcı’ olarak ister ve sever. Erkek dolaysız, kadın fayda üzerinden ister. Tarihte, dün de, bugün de aşk ve romantizmi yaratan erkektir. Aşkın metafiziğini erkek kurar bu bağlamda.

Hareket, erkeğin alfa özelliklerini geliştirmesini, kadının kendi hipergamisi (daha iyi sağlayıcı erkeği isteyen dürtüsel bilinç) için erkek ile birbirlerini tamamlamasını savunur. Cinsel evrim, tarihsel akış ve ilkel dürtüsel ihtiyaçları temel alan hareket, erkeğin kendini mental ve fiziksel olarak daima geliştirmesini hedefler. Gelişimi duraksamış, maskülen yetilerini kaybetmiş ve sayıları milyarları bularak artan beta, yani atıllaşmış ve rasyonaliteden uzaklaşmış erkek kimliğe karşıdırlar.

Evrim bilimini temel alır kırmızı hap. Kadın ve erkeğin, cinsel çekim ve beğeni değeri ve yaş parametreleri farklıdır. İnsanın ‘cinsel pazar değeri’ cinsiyete göre farklılık gösterir. Kadının cinsel değeri, yaş aldıkça azalır. Erkeğin cinsel değeri, yaş aldıkça yavaş azalır ve belli oranda sabit kalır. İki cinsiyet arasındaki ilişki ‘kadının bedeni - erkeğin statüsü’ arasında ilişki ticaretine dönüşmüştür. Bugün için kadın-erkek ilişkilerinin tarihsel koşulların ötesinde çöküş noktasına gelmiştir. Milenyum dünyasının dekadans kültür ortamında,  ‘Kadının verdiği-erkeğin aldığı’ ve bunun dil ve eylemlerde yeni varyant üreterek (cuckold, sugar dady, golden finger) geldiği bir dönemden geçmekteyiz. Çözüm konusunda karamsar ama gerçekçidir kırmızı hap.

Kırmızı hap felsefesinin irfani altyapısı Stoa felsefesi, sosyal darwinizm, A. Schopenhauer, F. Nietzsche, H. Spencer gibi düşünürlere dayandırır.  Gündelik yaşamda bireyin, özellikle erkeğin kendi inşa etmesi sürecinde Stoa felsefesi hareketin şiarıdır.

Feminizm ve Kırmızı Hap
Feministler ‘kadın düşmanı ve cinsiyetçi ayrımcılık’ ile suçlarken; kırmızı hap, asıl cinsiyetçi ayrımcılığın feminist düşünce ve eylemlerden geldiğini iddia eder. Onlara göre Feminist hareket, ‘ekonomik ve sosyal kazanım amacıyla’ erkek dünyasına karşı açılmış bir savaştır. Feministler için kadın cinselliği ve doğası, eko-politik kazanç için kullanılan bir araçtır; amaç değildir. Kantçı anlamda ‘akıl tutulmasıdır’ feminizm. Feminist hareket, kadının feminen, yani özündeki ‘biyolojik ve otantik halini’ inkâr edip; erkek dili ve eylemine öykünen, zaman içinde ‘haset planları’ düzenleyen, neo-liberal ekonominin kitle araçlarından biri olmuştur.

Kırmızı hap kadını, otantik feminetesi ile kabul eder ve onun gelişmesini ister. Feminizm kadınların daha maskülen olması, erkeklerin daha feminize edilmesinden başka eylem pratiği ortaya koyamamıştır. Aynı zamanda kırmızı hap, insanın cinsel kimliği üzerinden toplumsallığı yeniden inşa etmek isteyen Radikal Feminist ile düşünce ve eylem düzeyinde birçok konuda uzlaşır, benzer imgelemlere sahiptir. 

Kadına yönelik her türlü şiddete karşıdır kırmızı hap. Kadına şiddetin her türlüsü, biyo-kamusal kimliğini kaybetmiş erkek hareketidir, kabul edilemez. Erkek, kadın ile çatışma hali girdiğinde rasyonel diyalog ve eylemini korumalıdır. Hareket ilk etapta kadın düşmanı gibi görünse de; hipergami v.b. dürtüsel gerçekler temelinde aslında oldukça feminen argümanlar içerir.

Hipergami
Kadın ‘dolaylı sever’ ve içgüdü ile belirlenmiş zekâsı hipergami ile hareket eder. Hipergami, kadının kendisi ve çocuğu için en iyi hayatı sağlayacak erkeği bulma, bulduğunda da daha iyisini arama isteğinin devam etmesidir. Tarih, erkek akıl ve ekonomisi hipergamiyi çeşitli araçlarla bastırmaya çalıştı ve çalışacak ama hipergami görünmez hali ile bile etkin öz fenomendir.

Çerçeve
Çerçeveni Koru’ hareketin temel şiarıdır. Çerçeve ana zemindir. Erkek veya kadın, sosyal ve ikili ilişkilerde kendi yaşam alanı sınırlarını ortaya koymalı ve çerçevesine sadık kalmalıdır. Çerçeve, insanın kendiliğidir ve öz değeridir. Çerçeve insanın hayattaki duruşu, beden-bilinç olarak kendisini dünya açmasıdır. Kendini dünyaya açarken insan, olanaklar elverdiği ölçüde, eko-sosyal ilişkide, kendini konumlar. 

‘Yüksek değer insan’ çerçevesini iletişim ile ortaya koyan, ‘kırmızı çizgilere sahip’ kişidir. Çerçeve aynı zamanda, hayatın ve gündelik olanın sorunlarında, esneyebilmek ama esnerken çözüm aramak ve varoluş çerçeveni korumak için emek göstermektir. Çerçeve insanın kendini yeniden yapı inşasıdır; emek ve amaç ile regüle edilmelidir. Çerçeveyi kaybetmek, insanın kendisi ve imgesi için değersizliktir. İnsan ilişkileri, ihtiyaç çeşitliliği ve kamusal varlıklar olmamız sebebiyle ekonomik-sosyal mecburiyettir. Yaşamın anlamı, belki de sadece yaşıyor olmaktır.

Yüksek Değer ve Saygı
‘Yüksek değer insan’ Stoacı bağlamda emek ve düşünce ile ‘bilge olmayı istemektir. Çerçeve insana, sevgi ve nefret gibi geçici duygu yüklerinden çok daha üstün ve kalıcı değeri verir: Saygı

Aynı zamanda üstün değer insan olmaya çalışmak, bedeni de korumak ve geliştirmektir. Nietzsche’nin dediği gibi ‘tinsel özgürlüğü arzulayan’ ve emek veren erkek, aynı zamanda spor, jimnastik ile beden güç zindeliğini korumalı, tüm handikaplara rağmen gayret sarf etmelidir her gün. Tin ve beden diyalektiği, üstün değer görünümüdür.

Kırmızı hap, ‘genellemeler yapar’ tabi ki, istisna birey ve değerler vardır ama evrim ve kültürü çoğunluk belirler. Bizler gündelik gerçekleri değil; onun manipüle edilmiş hali olarak  genel kanıları’ yaşayan Homo sapiens canlılarız.

İnsanın cinsiyet ve kişiliği ile oluşturduğu örüntü (kalıp, patern) dikkate alınmalı ve bu örüntülere göre düşünce ve eylem şemaları geliştirilmedir. Her şeye rağmen kendine ve kamuya değer yaratan birey, görmezden gelinemez. Nietzsche’nin dediği ‘Bu dâhil, tüm genellemeler yanlıştır.’ ilkesi hakikattir.



Kant-Pratik Aklın Eleştirisi: Özgürlük İde’si ve Ahlak Yasası, Ödev ve İrade, Koşullu ve Kesin Buyruk



Nesneler dünyası ve bağlı olduğu yasalarla ilgilenen bilgi, ikiye ayrılır; biri doğanın yasaları yani Fizik, öteki ise özgürlüğün yasaları yani Ahlak dır. Kant, “Ahlakın Metafiziğini Temellendirme” ve “Pratik Aklın Eleştirisi” adlı eserlerinde özgürlüğün yasalarını inceler. Ahlak, güdü ve eğilimlere olan bağımlılığından kurtarılmalı; a priori evrensellik ile saf akılda ortaya çıkan yasasını; insana ödev kılmalıdır. Ahlak, yükümlülük nedeni insanın içinde bulunduğu dünyanın koşullarından almamalı, tersine a priori olarak doğrudan saf aklın kavramlarında bulmalıdır; Eğer deneyime dayanırsa, ihtiyaç ve çıkar ile ilgiliyse ahlaki buyruk; pratik kural olabilir ama hiçbir zaman genel-geçer ahlak yasası olamaz; der Kant. Ahlak metafiziğinin görevi, rastlantısal olmayan, deneyim ve güdülerine dayanmayan, saf aklın düşüncesinde ortaya çıkan idelerin, iradeye yansımasını araştırmaktır. Ahlak Yasası’na bağlanma ile meydana gelen yükümlük, saf aklın iradeyi yönlendirmesi olduğu için akıl sahibi varlıkta ortaya çıkan özgürlüktür. (Kant Felsefesinin Temelleri üzerine bir başka yazı için tıklayınız)

Özgürlük İde’si ve Ahlak Yasası

Özgürlük, fenomenler dünyasında bilgisi olmasa dahi, saf aklın özünde var olagelen diğer ide’leri -Tanrı, Ruh, Evren- a priori olarak “ben düşünüyorum” edimi içinde kavramamıza imkân veren önsel saltık ve biricik ide dir. Özgürlük idesi, saf akılda bulunmasının doğal zorunluluğu ile pratik akılda ahlak yasası’nın koşuludur; yâda olmalıdır felsefenin aktüeli dönüştürme edimi içinde, Kant’a göre. Özgürlük olmasaydı, aklımızda çelişkilerle ilerlese dahi, düşünülmüş ve buyruk vermiş ahlak yasası, varlık zemini bulamazdı. Saf akılın ide’leri, özgürlük idesi’nin zemininde imkân bulur; görüngüsü bilinmeyen ama düşünülen olmaları ile varlık kazanır. Ahlak Yasası; insanın doğal eğilimleri, duygulanışları, içgüdüleri ile değil; saf aklın kesin buyruklarını (kategorik imperatif) aktüel oluşlara yansıtan a priori yasalardır. Özgürlük idesi’nin nedenselliğinde ahlak yasası, duyu-üstü Varlık’ın olanağıdır.

Pratik Akıl ve İrade

Özgürlük yetisi, iradeyi doğrudan belirleyerek aklı, pratik kılar. Böylece, saf akıl -sentetik yargılarındaki çelişkilere rağmen- ahlak yasası ile ide’lerine nesnel gerçeklik veren pratik akla dönüşür. Ve saf aklın aşkın kullanımı, pratik akıl ile içkinleşir. İradeyi yönelten ahlak yasası ile ide’ler, nesneler dünyasına bağımlı özne için neden olur. Akıl, iradeyi belirlemiyorsa; irade ayrıca öznel koşullara, güdülere bağımlı ise; eylem, öznel olarak rastlantısal dır. Yalnızca akıl sahibi varlık, ilkelere (maksim) göre eylemde bulunma yetisine sahiptir. Yasalardan eylem türetmek için akıl gerekli olduğunda irade, pratik akıldır. İrade, algı ve duygu tasarımlarının karşılığı olan nesneleri yaratmak yâda nesneleri meydana getirmek üzere insanın kendini fenomenler dünyası içinde belirleme, ortaya koyma yetisidir. Arzulama yetisinin duygu-duyumlara bağımlılığı, eğilim dir. Eğilim, her zaman gereksinimler dayalı bir iradenin rastlantısal yönelimini verir. Eğilimlere bağlı aklın iradesi, ilgi dir. Pratik akıl, deneyden gelmeyen ama akılda var olan a priori buyrukları kullanarak, doğal iradenin isteklerini yönlendirir; aklın iradesine dönüştürür.

Koşullu ve Kesin Buyruk

İradeyi zorladığı ölçüde bir ilkenin tasarımına, aklın emri; formülüne buyruk (ımperativ) denir. Buyruk, iradeyi sorumlu kılar. Aklın buyrukları, gereklilik, “olması gerekir” ile dile getirilir. Buyruk, öznel değil, nesnel nedenlerle iradeyi belirlemesi gerekendir. Buyruk, koşullu (hipotetik) veya kesin (kategorik) olarak iki biçimde buyurur. Koşullu buyruk, insanın ulaşmak istediği şeye araç olacak mümkün bir eylemin zorunluluğunu ortaya koyar. Kesin buyruk, bir eylemi başka herhangi bir amaçla ilgi kurmadan, sadece kendisi için ortaya koyar. Buyruk, iyi iradenin maksimine göre eylemi belirleme formülüdür. Eylem bir amaç için araç olarak iyi ise, koşullu; kendi başına iyi ise, kesin buyruktur.

Ödev

Ödev, yasaya saygı gereği yapılan eylemin zorunluluğudur. Ödev, en yüksek ahlaki değerdir. İyilik yapmak, yapılabildiği yerde, ödevdir. Maksim, iradenin öznel ilkesidir. Eğilimlerden dolayı iyilik ediminde bulunması kişiyi ahlaklı yapmaz; bu eğilimler ben sevgisi ve çıkar nedenleriyle öznel, hatta yıkıcı olabilir. Sevgi, nefret gibi eğilimlerin etkisi ve yansısı; ahlak yasanın buyurduğu ödevden doğmaz. Ahlak yasasının eylemi, ödevden dolayı ve ödev sorumluluğu ile ortaya çıkar. Yasaya dayanan, gerçekten ödevden doğan ve kesinlik taşıyan bir ahlaklılık örneği verebilmek; deneyim ve kişisel eğilimlerin etkisi nedeniyle olanaksızdır. Kant, ahlaki eylemi, “ödeve uygun” ve “ödevden doğan” olarak ikiye ayırır. Ödeve uygun davranış, insanın ihtiyaçlarının ve isteklerinin güdümünde ortaya çıkar. Ödevden doğan davranış ise, ahlak yasasına ve saf akla bağlıdır. Örneğin, bir tüccarın müşterisine doğruyu söylemesi, ödeve uygundur ama ödevden doğan davranış olmayabilir. Çünkü tüccar, müşteri kaybetme ve hukuki yaptırım endişesi ile davranmış olabilir. Bunun karşıtında tüccar, kendi iradesine dış koşulların etkisinde kalmadan, hiç kimseyi aldatmaması gerektiği buyruğunu verebiliyorsa; bu davranış, aktüel olandan bağımsız ve ahlak yasasına bağlı ödevden doğandır. Ödevden doğan, şeylere olan ilgiyle değil; yasaya olan bağlılıkla değerdir.

Yasa’ya Saygı

Aydınlanma, insanın; insanlığı, kendi ve başkaları için hep bir amaç olarak görecek biçimde eylemde bulunmasıdır; Kant’a göre. Yasanın buyurduğu, “insanları, amaç olarak gör” ifadesi, aydınlanmanın ideal ve zorlu ilkesine çağrıdır. Sevgi veya nefret; içgüdüsel duygulanıştır, deneyim hisleridir ve ahlak yasasını içermez; bunla ilgili olarak intihar örneğini verir. İntihar, benliğe ve doğanın yasalarına aykırıdır. İntiharda irade, içgüdünün ve duyguların kontrolünde aklın yasasından vazgeçip, kişisel amaçlarına göre hareket eder. İntihar ahlaklı davranış değildir, çünkü kişiseldir, içgüdünün aracıdır, bencilliktir. Oysa ahlak yasası, doğanın yasasına uyum ile ortaya çıkar ve pratik aklın iradesinde insan, yaşamaya devam etmelidir. İnsanı, ahlak yasasına bağlayan ve amaca yönelten sebep, pratik yetisidir. Yasa ile insanlar arasında oluşması gereken şey sevgi değil, saygıdır. Saygının nesnesi, yalnızca yasadır.

Ahlak yasası ile Kant, fenomenler dünyası içinde felsefeyi ve aklı içeren eylemi umut eder ve şu kesin buyrukları geliştirir: “Öyle davran ki; insanlığı, kendinde ve bir başkasında, asla bir araç olarak değil, her zaman bir amaç olarak gör.” Ve devam eder: “Öyle davran ki, eylemlerinin maksimi, genel-geçer ahlak yasası ile uyumlu olsun.” Fakat Kant’ta kabul etmektedir ki, insan; doğası gereği pratik aklın ve arzuların çatışmasında çelişkilere ve daha çok ahlaksızlığa meyillidir. Geliştirdiği ahlak metafiziği, iyi niyetli buyruklar olarak kalmış ve pek fazla aktüel, hatta ideal olamamıştır. 


Kant: Mutluluk ve Ahlaklılık


Mutluluk ile ahlaklılık arasında kesin ayrım yapılamaz der Kant, Pratik Aklın Eleştirisi’nde. Özgürlük idesi, salt akılda düşünce olarak vardır ve ahlaklılığın, zorunlu belirme nedenidir. İde, ancak ahlak yasası aracılığıyla kendisini görünüşlere sunabilir, pratik aklın gerçekliğine dönüşebilir. Ahlak yasası, “yapmalısın” der. (Ahlak Yasası ve Özgürlük hakkında bir başka yazı için tıklayınız) Maksim, öznel ilkedir; yasa, nesnel ilkedir. Özne, duyumlarına ve eğilimlerine bağımlı iradesi ile maksimler ortaya koyar. Arzulama yetisi, doğanın iradesidir ve güdülerin bağımlılığındadır, özerk değildir. Ahlaklılık, iradenin özerkliğini şart koşar. Ahlaklılık, ahlak yasası’nın genel-geçer buyruklarına bağlı olarak maksimlerine yön veren akıldır. Pratik akıl, ahlaklılık ile maksimlerine irade koyar. Fakat ampirik olması, öznel iradeye bağımlılığı ve arzulama yetisinde ortaya çıkması, mutluluk konusunda belirsiz ifadelere sürükler Kant’ı.

Mutluluk isteği; duyular dünyasının, doğa yasalarının ve dürtülerin bağımlılığında (heteronomi) iradeyi belirlerken; ahlaklılık, doğanın yasalarından nispi olarak bağımsız (otonom) kişinin düşünülür dünyasında (anlama yetisi) kendi iradesini özerk kılan özgürlük idesinin tasarımında gerçekleşir. Mutlu olmayı istemek, arzulama yetisinin zorunlu belirme nedenidir. Arzulama yetisi, duyum ve ihtiyaçların sezgisi ile ortaya çıkar ve yaşamdan payını almak için doğal iradeyi yönlendirir. Ahlaklılık ise, akıl tarafından buyrulan ve bütün eylemleri ve şeyleri, kendisine bağlayan son ve mutlak amaca, İde’ye gereksinim duyar. Bundan dolayı “Ahlaklılık ile dünyanın bir parçası olan, bu yüzden de ona bağımlı olan bir varlığın, mutluluğu ile arasında zorunlu bir ilgi kurmak için hiçbir neden yoktur.” der Kant. Ödev, duygulara ve güdülere göre değil; yasanın amacına göre irade buyurmadır. Kendi başına amaçtır, ödev. Bir insanın yaşam kaygıları ile iyilik yapması, iyi insan olması; koşullu buyruk olabilir; çünkü eylemi eğilimlerin, ihtiyaçların ve benlik sevgisinin –bencillik- güdümünde koşullanabilir. Ahlaklılık ile iyilik yapmak, iyi insan olmak ise; yasasının kesin buyruğu ile aktüel fayda yâda araç gözetmeden, güdülerine bağımlı kalmadan, hatta deneyim olarak negatif etkisini dahi göze alarak, iradenin özerkliğinde yasaya bağlılık ve ona olan saygı ile ortaya çıkar.

Ödevden doğan davranışın maksimi, ahlak yasası’na saygı dır. Ödevden doğan, bitimli ve rastlantısal arzulama yetisinin maksimi ile çelişki içindedir. Pratik aklın diyalektiğini şu şekilde kategorize etmeye çalışır Kant: “Ya mutluluk arzusu, maksimlerin hareket ettirici nedeni; ya da ödevin maksimi, mutluluğa etkide bulunan nedendir.” Fakat buradaki tez ve anti-tez, birbirlerini yanlışlayacak içerik ve kapsama sahip değildir. Çünkü mutluluk, kavram olarak belirsizdir. Sonlu varlık insanın, kendinde beliren arzuları gerçekleştirmeye; doğanın (Kosmos) sonsuz edimi ve yasası karşısında, doğası gereği gücü yetmez. Bu nedenle tek başına mutluluk, nihai edim; hatta amaç olmaz. Doğal iradenin yönelimindeki fizik mutluluktan, ayrı olarak İnsan zihninde meydana gelen mutluluğu; erdem -kendinden memnun olma- olarak; ayrıştırır Kant. Erdem, görünümlere bağımlı iradenin doyumu ile meydana gelen mutluluk değildir; aksine aktüel olanın baskısından uzak, iradenin özerkliğinde hissedilen, düşünülendir. Ödev sorumluluğu, saf vicdandır ve bu sorumluluk, insanın iradesine yön vermesine, tercihte bulunmasına zemin oluşturur. Kant’a göre, ahlak yasası’nı ortaya çıkaran şey; insandaki özgürlük idesi’nin yansıması olan, saygı duygusudur. Saygı duygusu, salt akılda ve insanın varlığında koşullanmıştır ve nefret-acıma duyguları gibi öznel, deneyime bağlı değildir. İyi İrade, eğilimlerine akıl ile buyruk veren insanın seçimidir; seçimi olduğu içinde özgürlüğüdür. Eylemi, yasanın buyurduğu maksime göre amaç kılmayı gözetir iyi irade. Kaderin cilvesi ve adaletsizliği nedeniyle, amacını gerçekleştirmekte güçsüz kalıyorsa, harcadığı tüm çabaya rağmen hiçbir şeyi başaramıyorsa; yine de kendinde değer dir, iyi irade.

Fiziksel mutluluğu ve duyusal tatmini göz ardı etmeden ama deneyimden mümkün mertebe uzaklaşıp, kendinden hoşnut olmanın; değerini vurgular Kant ve şöyle der: “İnsanın kendinden hoşnut olabilmesinin nedeni, bilinçte bulunur. Orada her tür mutluluğu yakalayabilmenin ve hayat şartlarından bağımsız olarak hoşnut olabilmenin imkânı vardır. İşte bu sonuncusu, düşüncede meydana gelen entelektüel mutluluktur.” Ama yine de Kant, aktüel dünyanın duyumlanışı ile oluşan doğal ve bağımlı iradenin, özerkliğini koruyarak bu yetkinliğe ulaşmasının çok zor ve ideal olduğunu belirtir. Ahlaklılık, saf aklın pratik talebidir; Özgürlük, Tanrı ve Ruh idesi’nin varlığından doğar ahlak. İde’ler olmadan, yasa olamaz. İde'lerin kabulü olmaksızın ahlak yasası, boş bir kuruntudan ibarettir. En Yüksek İyi’ye (Tanrı) ulaşma yolundaki ahlaklılığın, mutluluğun da maksimlerini vereceğini savunan senteze ulaşır, nihayetinde Kant.