insan kurban etme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
insan kurban etme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Antik Yunan’da Mitoloji, Çalışma ve Bağbozumu Şenlikleri

  

 Antik Yunan'da Çalışmak ve Mutlak Özgürlük

19. ve 20. yüzyıl tarihçilerinin Antik Yunan’da ilk bakışta gördükleri olgular: demokrasi, politika, sanat, bilim, felsefe, tragedya idi. “Yunan mucizesi” tanımını oluşturan bu olguların, en etkin yaşandığı dönem M.Ö. 520-430 yılları arasıdır. Bu döneme “mucize” denmesinin nedeni, tüm bu olguların, kavramların aynı anda ortaya çıkması ve dünyanın hiçbir yerinde benzerinin yaşanmamasıdır. Yunan site (Polis) yaşamı ile gerçekleşen, aslında Yunanlıların icadı değil, keşfidir. Özellikle sanatın Yunanlılar ile keşfedildiğini görmekteyiz. Antik Yunan’daki mucizenin oluşmasının temelinde “mutlak özgürlük” kavramı vardı. Antik Yunan insanın gerçekleştirdiği mutlak özgürlük, diğer hiçbir kültürde tam olarak oluşmadı. Antik Yunan dönemindeki özgürlük kavramının, bizim bugünkü anlamda kullandığımız özgürlük kavramı ile hiçbir bağlantısı yoktur. Bugün özgürlük dediğimizde, esaret altında olmamayı anlıyoruz. Yunan dünyasında özgürlük, madden ve dünyadan bağımsız olmaktı. Yunanlılarda özgür olmak için, çalışmamak gerekiyordu.

Çalışan insan, Yunan dünyasında özgür insan değildi. Yunandaki özgür insan, çalışmayan, toprak sahibi olan, kölelerin çalışmasından gelir sağlayan insandı. Yunan özgür insanı, çalışma ve toprağa bağımlı olmaktan kurtulduğu için, dünyaya kendi dışından bakabilmeye başlamış, doğadan bağımsızlaşarak, sanata ve bilime özgürce yaklaşabilmişti. Antik Yunan dünyasında kölelerin yanı sıra, kadınlarda özgür olamazdı. Kadın -modern anlamın dışında bir değer ile- adet gördüğü için tabiata ve toprağa bağımlı idi; bu yüzden kadın özgür olamazdı. Kadın ev işlerinde ve insan neslinin devamında görev alabilirdi. Antik Yunan beden zindeliğini istiyordu, yaşlılık bilgelik değil, aksine doğa yasalarına boyun eğmek olduğu için hakir görülüyordu.

Kölelik, antik dünyada neredeyse tüm medeniyetlerde vardı (Çin, Astek) ama Mısır’da kölelik ve özgürlük farklı uygulanıyordu. Mısır dünyasında kölelik derecelendirilmişti, toprakta çalışan insan köle değil, köylü vatandaştıToprağın sahibi tanrısal güç ile Firavun olsa dahi, köylü toprağını miras yolu ile çocuklarına bırakabiliyordu. Mısırda sadece belli dönemlerde kölelik ya da zorunlu hizmet vardı, köylü yılın belli dönemlerinde Firavunun istediği işte çalışmak zorundaydı, muhteşem piramitler bu zorunlu çalışmalar sonucunda ortaya çıktı. Mısırda mutlak kölelik, sadece Firavunun sarayındaki hizmetliler için vardı. Yunan mucizesinin temeli, köleliği asli üretici güç kılmasıydı. Yunan site demokrasisinin kurucularından sayılan Solon yaptığı kanunlar ile borç köleliğini kaldırdı. Salon, gelir üzerinden borçlanmayı ortadan kaldırdığı için Polis mensubu vatandaş, borçtan dolayı köle olma tehlikesinden kurtulmuştu. Yunanlılarda kölelik, temel üretici güç olmuştu. Tarihte ilk kez köle pazarı Sakız adasında kuruldu ve aynı dönemde para basılmaya başlandı. Köleci üretim sistemi, gerçek anlamda sadece Eski Yunan’da gerçekleşti.


Tragedya Okuma Kaynakları
Tragedya'nın Doğuşu - Friedrich Nietzsche 
Thespis Eski Yakındoğu'da Ritüel, Mit ve Drama - Theodor H. Gaster

Tragedyanın Kökeni Aiskhylos ve Atina - George Thomson
Oyun ve Bügü - Metin And 

Ölüp Dirilen Tanrı / Tanrıça Miti

Bütün Akdeniz havzası medeniyetlerine baktığımızda hepsinde benzeri bir inanış olarak “ölüp dirilen tanrı/tanrıça” mitini görüyoruz. Ana tanrıça miti; medeniyetine göre İnanna, Gaia, Kibela, İştar, İsis adını alıyordu. Medeniyet öncesi insan toplulukları, doğanın-kozmosun devamlılığı için bir kaos-şiddet eylemi gerektiğine inanıyordu. Ana tanrıçaya şükran ve mevsimlerin-toprağın bereketinin devamı için, yani kozmos için; kaos yaratıp, gürbüz erkekleri kurban ediyorlardı. Böylece kozmosun dinleştiğine, kendilerini affettiğine inanıyorlardı. Tanrıçaya şükran amacıyla insan kurban etme ayinleri, zamanla “medeniyet kafeslenmesi” içinde yumuşadı; sunak sunma, havyan kurban etme, adak kanı akıtma ritüellerine dönüştü.

Bağbozumu Şenlikleri ve Mitoloji

Yunan medeniyetinin site yaşıma yakın alanlarda, Ege’de kozmosun devamlılığı için kaos yaratma/kan dökme eylemleri yapılıyordu. Ege dünyasındaki bağbozumu şenliklerinde bereket ve yaradılışın devamlılığı için sınırsız eğlence ve şiddet uygulanırdı. Bağbozumu şenlikleri içerdiği şiddet, coşku ve şükran duyguları ile Ana tanrıçaya ibadet ayinlerinin devamıydı. Bağbozumu şenliklerde, şarap içilir ve kan dökülür, anne ile oğlu sevişir, statüler görmezden gelinerek toplu sevişmeler yapılır, bolca besin tüketilirdi, ziyafetler verilirdi. Klasik Çağ’da mit, logosa tabi tutulmaya başlandı ve mitler alegorikleştirilmeye başlandı. ölüp dirilen tanrı/tanrıça inancı” alt katman olarak Yunan mitolojisinde ve tragedyasında devam etti. Yunan medeniyeti M.Ö. 700’lerde başladı. Dönemin günümüze kalan Homeros metinleri, destan biçiminde yazılmış, ağızdan ağıza anlatılan halk hikayeleri ve rapsodilerden oluşmuştu. 
Bağbozumu şenlikleri, insanın toprağa, doğaya ve tanrıya ait olma fikrinin sona erdiğini gösteriyordu. Yunan medeniyeti ile yaradılış olarak “tanrıya borçlu olma ve şükran duygusu” ortadan kalkmıştı. Bu değişimin sonunda Yunan kozmogonisindeki tanrılar, görülen dünyaya bağlıydı. Yunan tanrıları, uzak varlıklar değil; insan gibi dünyada yaşayan tanrılardı. Yunan insanı ile Yunan tanrıları arasında tek fark vardır, insan ölümlü olması idi. Yunan tanrıları insanlar gibi öfkeleniyor, kıskanıyor, çapkınlık yapıyor ve suç işliyordu. Yunan tanrılarının insan tabiatlı olması, özgür ve artık birikim sahibi Yunan site vatandaşının kendini “yarı tanrı” olarak görmesinden kaynaklanıyordu.

Medeniyetin Başlangıcı: Mezopotamya, Aborjinler ve Kaya Sanatı


Aborjinler ve Kaya Sanatı


Ekonomi ve bilginin gelişmesiyle zorunlu olarak uygarlığa geçilmiştir hipotezine karşı Avustralya yerlileri Aborjinler önemli bir itiraz noktasıdır. Aborjinler medeniyet alanındaki tüm müdahalelere rağmen, kendi yaşam koşullarını yarı melez ve medeniyet dışı olarak hala devam ettirmektedirler. Mağaralarda barınan Aborjinler, kendi içlerinde farklılıklar gösterirken toplayıcı-avcı sürüler olarak da yaşamaya devam ettiler. Aborjinler, kaya sanatı pratiklerinde çok çeşitli üslup ve teknikler kullanmaktadır. Peki, Aborjinler neden mağaralarda yaşıyordu? Aborjinler, Buzul tehlikesi olmamasına rağmen, mağaraları barınak olarak tercih ettiler. Medeniyet ve yerleşik hayat sürürken bile insanlar zaman zaman mağaralara, izbe alanlara gidip, resimler yapıyordu. Tarih boyunca insanlar yaşarken, çoğunlukla aynı kaygılarla, duygularla temsillere ve sanata yöneldi. İnsanlığa ait en eski gömü, mezarlık bulgularına baktığımızda dikkat çeken nokta, hayvan ve insan kemiklerinin özenle ayrı tutulmuş olmasıdır. Aborjinler ölülerini hem yakıyor, hem de kemiklerini yanlarında taşıyorlardı. Kemiklerin ölen kişiyi değil, atalarının ruhunu temsil ettiğine inanıyorlardı. Aborjinler’in yanlarında taşıdıkları kemikler, ata soylarına olan bağın ve sonsuz ruhun temsilcisi idi.  Aborjinler, hala kültürlerini yaşamaktadır. 
Aboriginal pictographs in Kimberley, Western Australia
Aborjinlerin piktografik kaya çizimleri - Kimberley, Avustralya
Tarih boyunca insanlar yaşarken, aynı kaygılarla, aynı mitik duygularla resme-sanata yöneliyorlardı. Modern insan için ölüm, yok oluş olarak korkunç bir deneyim ama acaba homo sapiens’ler için ölüm ne ifade ediyordu?  Homo sapiens’lerdeki gömü/mezarlık işlemlerinde ilk dikkat çeken nokta hayvan ve insan kemiklerinin itina ile ayrı tutulmasıydı. Aborjinler, ölülerini hemen yakıyor, kemiklerini ise yanlarında taşıyorlardı. Kemiklerin ölen kişiyi değil, atalarının ruhunu temsil ettiğine inanıyorlardı. Aborjinler’in yanlarında taşıdıkları bu kemikler, ataları olan tek ve sonsuz bir ruhun temsilcisiydi.  Aborjinler, mülkiyet yapısına sahip olmasalar da, sürü halinde yaşayan insanlar olarak bir ataya ya da soy bağına dayanarak hareket ediyorlardı. 

Medeniyete Geçiş: Ur ve Ziggurat

Buzulların çekilmesinden sonra, M.Ö. 12-10 bin yıl önce ılıman iklimle birlikte Neolitik Çağ’a (Yeni Taş Çağı) girildi. Neolitik çağ ile birlikte tarım başladı, fakat hemen yerleşik hayat gelişmedi, uzunca bir süre yerleşik ve toplacı-avcı yaşam bir arada ilerledi. 3.500 yıl önce Mezopotamya’da sulamalı tarım ve kanal sistemine geçilmesiyle birlikte medeniyet başladı. Tarımının organizasyon ve güçlü iş bölümü gerektirmesi nedeniyle medeniyetle birlikte şehir devletleri (site) kuruldu. Bunların içinde en önemlileri Ur ve Uruk idi, şehrin ortaya çıkmasıyla birlikte Ziggurat denilen tapınaklar yapıldı. Şehir, yerleşik hayat ve nüfus artışı sonrası işbölümü gelişti, devamında tapınaklarla birlikte rahipler sınıfı ortaya çıktı. Bilginin aktarılması ve kalıcılığı zorunlu hale geldi ve yazı gelişi, böylece tarih başladı. Günümüze kalan ilk yazılı kaynaklar, tapınakların önemini gösteren, muhasebe kayıtlarıdır. Kayıtlarda, tapınakların kontrolündeki tahıl stoku ve dağıtımı verilerine rastlanmaktadır. İlk kayıtlar; artık üretimin nasıl paylaşılacağı, kıtlıkla mücadele v.s. amaçlar için tanzim edildi. Tarıma dayalı yerleşik hayat ile birlikte egemenlik mücadelesi ve siyaset başladı. Egemenlik kavgasının nedeni, tarihin her döneminde olduğun gibi artık birikimin saklanması ve paylaşılmasıydı. Artık birikim üzerinde hâkimiyet kurmak için harekete geçen insanlar, devlet, takas ekonomisi gibi kurum ve teşkilatları geliştirdiler. 
Zigurat of Chogha Zanbil, Iran
Ziggurat, İran
Bu dönemdeki diğer önemli gelişme, tunç madeni oldu. Tunç, çinko-bakır karışımıyla elde ediliyordu; üretilmesi ve kontrolü için yoğun işbölümü ve örgütlenme gerekiyordu. Bu sebepler tunç üreticileri zamanla birikimlerini korumak için, örgütlenip silahlı erkeklere dönüştüler. Böylece “rahip” sınıfından sonra, diğer önemli sosyal tabakalaşma “asker” sınıfı ortaya çıktı. 

Barbarlar, Şehir Devleti, Ticaret

Mezopotamya’daki site yaşamı, güçlü devlet organizasyonu ve bürokrasi getirdi. Bu dönemde at, sığır ve domuz evcilleştirildi. Toplayıcı-avcı klanlar, Mezopotamya siteleri ile yakın coğrafya içinde yaşamaya devam ettiler. Ata soyu, kan bağı esasına dayalı bu kabileler, daha saldırgan ve yağmacı oldukları için eski Yunanlılarla birlikte “barbar” olarak anıldı. Akdeniz Havzası-Mezopotamya-Himalaya arasındaki paraleldeki yerleşik topluluklara medeniyet-şehir devletleri denilirken, Kuzeyinde kalan bölgelerdeki Türkler, Moğollar, İskitler v.s. den oluşan topluluklara, “Bozkır Toplulukları” denildi. Bozkır toplulukları, şehir devletleri gibi ticaret yapmak zorundaydı, hiçbir kabile kendine yeterli artık birikimi sağlayamadığı için her zaman ticaret olmuştur. Hatta Cengiz Han ile Moğollar, tarihi İpek Yolu’nun uzun bir dönem hâkimi oldular.

 “İnsan Kurban Etme” Ritüeli 

Medeniyetin ilk yıllarında, tarım öncesinden gelen arkaik hatta arketip insan kurban etme ritüeli vardı. İnsan Kurban etmeyi kanıtlayacak arkeolojik bulgu, ritüelin biçimi nedeniyle günümüze ulaşmamıştır ama konuya dair antropolojik kaynaklar, yazılı metinler bulunmaktadır. Tarıma dayalı ilk toplumlar, Kozmosun devam edebilmesi, denge ve bereket için kurban verilmesi gerektiğine inanıyorlardı. Bu amaçla, seçilen gürbüz bir delikanlı yıl boyunca doğanın nimetleriyle iyice besleniyor, tapınak rahibesi ile çiftleştirilip sonra hasat zamanı parçalanıp, parçaları kosmosun ebediyeti için tarlalara serpiliyordu. Sümer Tanrıçası İnanna ve Dumuzi arasındaki efsane, bu inanışın yansımasıdır.
'Queen of the Night' Babylonia Goddess Ishtar or Ereshkigal 'Queen of the Night' - circa 18th century BCE
"Gecenin Kraliçesi" adıyla bilinen İnanna kabartma heykeli, M.Ö. 18. yüzyıl

Medeniyetin Başlangıcında Sanat

Medeniyetin doğuş yıllarındaki sanatta yine belirgin olarak Ana Tanrıca temsili ve izleğini görüyoruz. Fakat yerleşik hayatla birlikte tanrıça figüründe büyük bir çeşitlenme ve değişim başladı. “Lausssel Venüsü” adlı bulguda, tanrıçanın elindeki boğa boynuzundan dönem insanın aritmetik ve ay takvimi hesaplamasını bildiğini söyleyebiliriz. Tarih öncesi dönemlerde Boğa hayvanı, ana tanrıçanın temsili olarak değerli ve kutsal kabul edilmişti. Ana tanrıça figürlerinde yüzünün gizli veya belirsiz oluşu, bu dönemlerdeki birçok bulguda da görülmektedir.
Lausssel Venüsü
Neolitik çağa ait ilk yazılı kayıt olan ambar kayıtlarından, sonra günümüze gelen ikinci bulgu, “İnanna’nın Yeraltına İnişi” adlı anlatı şiiridir. İnanna’nın bereket tanrısı olarak yılın 6 ayı yer üstünde, 6 ayı da yeraltında yaşadığına inanılıyordu. Kurban etme ayinlerinin üst mitik yapısının, İnanna’nın yeryüzündeki yaşamına ve bereketine şükran diyebiliriz. İnanna figürünü, daha sonra farklı isimlerde diğer mitolojilerde görüyoruz.  İnanna bereket tanrısı olarak Mısır’da İsis, Anadolu’da Kibele, Yunan’da Afrodit olarak ortaya çıkmıştır. Paleotik çağdaki ana tanrıça figürü üzerinden yaptığımız genellemeleri, neolitik çağda artık yapamıyoruz, tanrıça figürleri çeşitleniyor ve farklılaşıyor. Ana Tanrıça o kadar kadim bir insan ihtiyacın arayışı ki, hala izlerini sürebiliyoruz.
Venüs heykelciklerinde yüz hatları belirsizleştirilip, kutsal kılınırken; üreme organları, özellikle belirli, hatta abartılı biçimde gösterilmiştir. Ana tanrıca figürlerindeki motivasyon ölüme değil; doğumun gizemine, doğurganlık ve yaradılış mucizesine dönüktür. Neolitik çağ birlikte, farklı kadın figürleri karşımıza çıkmaya başlar. Neuchahel Venüsü, doğurganlık ile yumurtlama arasında karmaşık biçimdir. Ana tanrıçadaki doğum-bereket temsili, Neolitik Çağ birlikte yavaş yavaş aşk ve güzellik kavramına doğru değişmeye başlar. Dönemin önemli temsillerden biri de ”Sürüngen Kadın” figürüdür. Bu süreçte ana tanrıça figürü değişim geçirerek doğurgan hatlardan daha kadınsı, erotik temsile doğru evrilmiştir.
Venus of Neuchâte
Neuchâtel Venüsü
ilk yazılı belgeler olan ambar kayıtlarından, sonra günümüze gelen ikinci bulgu, “İnanna’nın Yeraltına İnişi” adlı şiirdir. İnanna’nın bereket tanrısı olarak yılın 6 ayı yer üstünde, 6 ayı da yeraltında yaşadığına inanılıyordu. Kurban etme ayinleri, bir yanı ile İnanna’nın yeryüzündeki yaşamına ve bereketine şükran idi. İnanna, daha sonra farklı isimlerde diğer mitolojilerde devam etti. Mısır’da İsis, Anadolu’da Kibele, Yunan’da Afrodit olarak ortaya çıkmıştı.

Yılan başlı, sürüngen kadın veya tanrıça heykelciği

Konuşmacı: İskender Savaşır
Ekleme ve düzenleme: Ahmet Usta