Mutluluk mu? Alırım bi Dal…



Mutlak varlığın bir veçhesine ulaşma isteği veya yanılgısı mı? Babalardan, dedelerden devralınmış kaderin yükü altında; kaderin cilvesini birey yazgıya dönüştürme isteği mi? Kişi, statü, sınıf gözetmeden hepimizi kapsayan ekonominin zorunlu eğitim tezgâhından tedarik edilmiş keyif verici maddelerin içinde çeşitli arayışlar mı? İnsanın heveslerini ertelemesiyle -nedense hep Parisyen- oluşan boşluğu kapatmaya çalışması mı? Vuslat mı mutluluk?

Bildiğimiz ve kabul etmemek için bin dereden su getirdiğimiz hayat; insana verdiği tüm istikametlere ve enkazlara rağmen, “para, çokomel eğrisi” Cem Yılmaz’ın dediği gibi. Paranın tahakkümü karşısında insan arzularımızdan hayvan isteklerimize doğru akıntıya kapılıyor ve kendi ederimizi de bilemiyorken; mutluluk üreten teknik araç olarak para dışında bir şey olmamasına rağmen varmışçasına konuşanların olması –muhafazakâr veya liberal konuşmacılar, beyin iğfal şebekeleri- ve aç olanın kendini bırakıp, tokun halinden anlamaya zorlanması ve de anlaması; en sonunda çaresizlere, parasızlara “hayırlısı olsun” diye biten cümlelerle kanlarına zerk edilen imkânsızlık halleri. “Parayı veren, düdüğü çalar” ilkesiyle dönen koca dünyada, düdüksüz kalanların güdük kalması ve güdüklerin hasretleriyle yeşerttiği sosyal hayat. Daş eksiliği de vahim. Vatandaş, arkadaş ve yoldaş olamamak; olmuşların da yetmemesi. Ortaklıkları olmayanların, cemaat olmadan yaşayanların habitatları içinde yaptığı sondaj faaliyetleri. Vatandaşlık bilinci ile bireyliği arasında orta payda kurmayanların, kurmak istemeyenlerin; pay peşinde yalan, dolan ve kurgu eko-politik işlikleri. Yoldaş olamamışların, kurgular içinde hareket etmek zorunda kalmasının ortaya çıkardığı demirden leblebi: libidinal ekonomi. “Paşa torunundan ne eksiğim var, ben güzellikler istiyorum” misali sonlu zamanında, sonsuz hazlarını gerçekleştirme isteğinin belli bir muhasebesi, artı haneye yazıldığında oluşan duygu-durum mu? Aydınların, yersiz yurtsuzların yorgun bedenlerindeki nikotinli nefeslerinden çıkan cılız ve mahcup iki üç kelam mı mutluluk?

Sıradan bir Hollywood filminin sonu gibi: Happy End. Görülmemiş ama duyulmuş; ele avuca geleceği ümidi ile gece yastıklar ıslatılıp, sabaha güneşin doğuşuna ve mavisine hayırlısı olsun, çok şükür, Allah büyüktür; diyenlerin aradığı gürbüz hayal-et… Sokakta yürürken kulak misafiri olduğum iki kız arasındaki sohbette şöyle demişti daha dekolte giyimli ve tiki olan, arkadaşına “Ekstra mutlu olmak, şimdiden daha çok mutlu olmak istiyorum.”… Masaj salonu adı altında çalışan bazı işletmelerdeki bayan seks işçilerinin aldıkları ücret karşılığında hak ediş garantisi olarak kullandıkları ifade: Masaj + Mutlu Son.

Eski bir kelime: Becayiş, gündelik doyum ve yeniden dolum ekonomisi içinde yaşamamızı yeterli ve mümkün kılacak iletişim biçimi olabilir mi? Beklentilerini birbirlerine sunan kişilerin, nesne-duygu-hal olarak verdikleri ne olursa olsun, farklılıklarını koruyaraktan yarattıkları özdeşlik hali ve bu bütünleşmenin asgari de olsa yıkıcı değil, yapıcı süregitmesi durumunda oluşacak hal, ahbaplık ilişkisi; mutluluk olabilir mi? Mutluluk üzerine düşünmek ile konuşmak arasında iletişim nedeniyle farklılık var. Farkı yaratan iletişim içindeki kişinin hem kendiliği hakkında tam bilince sahip olamaması, hem de en az iki kişi arasında geçen iletişimin uyuma ve indirgemeye tabi olması. Sonrasında söylenen söz ile düşünce uyuşmuyor, belki de daha öncesinde hislerimizi kendimize ifade ederken bile mutluluk, Alice’in Harikalar Diyarı’na kaçıyor?... “Seni doğurduğum güne, lanet olsun” diyen bazı annelerin bazı mutsuz çocuklarının yaşadıkları biçarelik karşısında; hep dönmeyi arzu ettikleri geçmişlerindeki rahim günlerine, Okyanusa özlem mi mutluluk? Alice diyor ki: Mutlaka.

Altı yaşındaki yeğenimin hoplamalı, zıplamalı oyunlaşmadan sonra bana söylediği “mutluluk krizi yaşadım” ifadesi; mutluluk ve kriz bir arada. Çocuk olmanın hala berrak ve henüz eğitim tezgâhında yoğrulmamış bilincinde oluşan manidar ifade, haz veren oyunların azlığı kadar fazlası da kriz yaratabilir mi? Tarih, hayırları az biçimde evet diyor… Tabi olduğumuz, müptelası kaldığımız şeylerden, kişilerden veya hepsinden anlık, kısa süreli kopabilme isteği; sarhoşluk anları. Kendinden biraz kurtulmanın, kendini sıhhatli kaybetmenin, bilincini ve belleğini bir süre yitirmenin huzuru ve hatta gudubetliği mi mutluluk?

“Varoluşun özü, sonsuzluk özlemiyle yanan insanın sonluluk çırpınışıdır.” Kierkegaard’ın sözü dır eki ile bitiyor. Sonlu insanın, sonsuz dır eki içindeki mücadelesi ve “imkansız” olarak beliren mutluluk. Dır cümledeki özneyi, nesne kılıyor… Kişinin yaşanmış zamanın ürünü olan hafızasının; hatıralar, hatırlamalar ile yeniden dile, düşünceye getirmeye çalıştığı ve de yeniden üretmek istediği geçmişin izlerinden oluşan kolajlar bütünü mü mutluluk? Mutluluk üzerine sözlenen sözün veya eylemin, çoğunlukla onu bizden uzaklaştırdığı hatta uzaklık mesafesini koruduğu düşünüldüğünde, tıpkı hakikat arayışımız gibi ulaşılması arzulanan bir erişim noktası iken, varlığının koşulu -bu yazıda olduğu gibi- bilinmezliğinden neşet ediyorken; onu gelecekte mi arıyoruz? Hep bir gelecek kipi var; şimdi ve burada olanın dışında, olumsuzlamasında; böylelikle insansı ama tezahürleri belirsiz. Muğlâklığı ile baki mutluluk ve şarkıdaki gibi “Yokluğunda çok kitap okudum, neredesin nerede”

Anlama yetisi ile dünyayı ve kendini yorumlayan aklın, zihin formları ile varmak istediği somut olmayan, doğaüstü estetik yargı hatası mı? Görme ve görünüş deneyiminin bellek üzerinde yarattığı ontolojik proje mi? Olayların içinde ve şekillendirmesinde ruhsal birikiminin somutlaşma arayışı mı? İnsanın, ölümlülüğüne ve mutlak hiçliğe rıza göstermesi mi mutluluk? Düş gücü olabilir mi? Hayal kurma yetisi ile insanı, ne ise o olmamak üzerine hülyalara, amellere yönelten imge mi? Gece rüyalarda ortaya çıkan iştahların makullerini, gündüz düşlerinde aramak mı? Terk edilme ve zorunlulukla bir gün kendimizi de terk edecek olmanın kaygısında; korkularımızı yatıştıracak, yatıştırıcı binlerce şey istemek mi mutluluk?

Mutluluk, hep bir eksik. Eksik olan, şeylerin eksikliğinde hissedilen eksiklerin en güzeli: Bir. Gerçekliğin simgesel düzleminde -dil ve ekonomi işliğinde- henüz olagelmemiş, boşluğu ile yer kaplayan varlık alanının işareti. Hakikat ve arzu gibi mutluluğu da tam olarak bilmiyoruz ve üçünü bilen yâda öğretecek biri olmadığı için -bildiğini iddia edenler hakkındaki şüphelerimiz bitmediği için- el yordamıyla, akıl yürütmeyle arıyoruz. Bilmediğimizi bilmek istiyoruz ve bunun mutluluk olduğunu öğrenmişiz.

Başta yazmam gerekeni, sona bıraktım. Bunları, kırk yıldır çoğunlukla mutsuz olan biri olarak yazdım. Peki, o zaman “ölümlü dünyasında istemekten vazgeçmeyen varlığa, insan denir” deyip, bitirelim.

Ahmet Usta
Psikeart "Mutluluk" sayısında yayınlanmıştır, Eylül 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder