Hegel; İstek ve Özbilinç: Efendi - Köle Diyalektiği



İki özbilincin ilişkisi öyleyse, ölüm-kalım kavgası yoluyla birbirlerine kendilerini tanıtlamaları olarak belirlenir. Bu kavgaya girmelidirler, çünkü kendileri için olmayı, başkasında ve kendilerinde gerçekliğe yükseltmelidirler. Ve ancak yaşamın tehlikeye atılması yoluyladır ki, özgürlük kazanılır. Yaşamını hiç tehlikeye sokmamış birey, hiç kuşkusuz kişi olarak tanınabilir; ama bağımsız bir özbilinç olarak tanınmışlığın gerçekliğine erişmiş değildir. Her birey, kendi yaşamını tehlikeye attığı gibi, başkasının ölümünü de amaçlamalıdır; çünkü başkası, onun için onun kendinden daha değerli değildir.” (Tinin Fenomenolojisi – Hegel)




İstek ve Özbilinç

İnsan, öz olarak fizik duyumu aşamayan hayvandan, bilinci ile ayrılır. İnsan gerçekliği, zorunlu biyolojik doğanın içinde ortaya çıktığında, ilkin hayvansal isteklerle hareket edecektir. Ama hayvansal istek, fizik-duyum istek, bilinç ile ortaya çıkan insansal isteği karşılayamaz. Nesneler dünyasında belirmiş olarak var olan insan, ancak bir İstek (desir) yoluyla kendini benliğe dönüştürebilir. İnsan benliği, bir isteğin benliğidir.

İstek huzursuzlaştırır ve eyleme yöneltir. İstek, nesneyi olumsuzlamaya ve dönüştürmeye yönelir. Güdü istek, doyum için dönüştürmedir. (yemek isteği ve yiyeceği sindirme gibi). Aynı zamanda bilinç, olumsuzlamayı olumsuzlama ile nesneyi, kendi gerçekliğine dönüştürür. Eğer istek; benliği olmayan, özgürlükten uzak doğal bir varlığa, nesneye yönelir ise; olumsuzlamanın olumsuzlaması olarak insan isteği, karşısındakinin sadece belirmiş gerçekliğini dönüştüreceği için elde edilen doyum, sadece fizik-duyum olacak ve özbilince yansımayacaktır. Bu sebeple, özbilincin ortaya çıkması için insan isteğinin, fizik-duyum koşullarını aşmış bir canlıya, insana yönelmesi zorunludur. Doğal güdülerinden ayrışarak orta çıkan istek olarak istek, bir başka benliği isteyecektir.

Belirmiş nesneler ve doğa düzlemini aşan İstek, isteğin kendisidir. İsteğin isteği, aynı zamanda dolayımsızlığı içinde Hiçliktir ve mekânda değil, zaman ile oluşa gelir. Ve böylece Benlik, ne idiyse o olmamak için var olmak isteyecektir. Benlik, gelecek için geçmişin şimdi de olumsuzlanması yoluyla kendisini gerçekleştirmeyi ve özbilince kavuşmayı amaçlar. İnsansal istek, bir başka bilincin isteği olmak ve ona kendini kabul ettirmek, Tanınmak ister.

O halde insan gerçekliği, isteklerin yaşamda karşı karşıya gelmesiyle toplumsaldır. İstek olarak istek; kadın-erkek arasında, fizik-duyum isteği aştığı zaman; karşısındakinin isteğini elde etmek, istenilmek, sevilmek, arzu edilmek durumunda insansal istektir. Aynı zamanda nesneler, diğer insanların istemesi ile tarih içinde insani isteğe dönüşür. Yurt-toprak, bayrak, kutsal eşya, sanat eseri gibi nesneler; toplumsal içindeki insan dolayımı ile nesne olmaktan çıkar ve zaman kipinde kutsala, yüceye dönüşür. İsteklerin yarattığı eylemler ile Tarih, isteklerin tarihi olmuştur.


Efendi – Köle Diyalektiği



Efendi, özü kendi için olmak olan bağımsız bilinçtir.
Köle, özü öteki için yaşamak olan bağımlı bilinçtir.”
(Tinin Fenomenolojisi - Hegel)


İnsan doğasını tehlikeye attığı zaman, özbilinç kazanır. İnsan varoluşu, kendini kabul ettirme (Anerkennung) isteğidir. Efendi, kendisi için varlık olarak bağımsız bilinç iken; Köle, fizik doğasını henüz aşamamış bağımlı bilinçtir. Efendinin öz değeri, gerçekliğinin kendisi dışında bir insan tarafından kabul edilmesine bağlıdır. Efendi yâda köleden birinin ölmesi, kabul edilme isteğini yok eden mutlak olumsuzluk olduğu için çatışma, karşındakini öldürmeyi değil; onunla mücadele etmeyi gerektirir. Köle, çalışma ile şeyleri dolayımsız olarak dönüştürür; Efendi ise, şeyleri köle emeği üzerinden dolayım içinde tüketir. Efendinin isteğini sürdürmesi, kölenin emeği ile doğayı dönüştürmesine bağımlıdır. Köle hayatını tehlikeye atmadığı, efendi de çalışmadığı için aralarındaki diyalektik tam olarak kabul edilme değildir. Kölenin efendiyi kabul etmesi, efendi için yeterli değildir; çünkü köle özbilinç sahibi olmadığı için efendinin insan isteği doyumsuz kalmıştır. Köle, bağımlı bilinçtir ama emeği ile efendisine dolayımlı tüketim sunarken, efendiyi kendine bağımlı kılmıştır.

İki bilincin mücadelesi, “saygınlık kazanma” savaşıdır. Kölenin bilinci, özbilincin gerçekliği olacaktır. Dolayım ile tatmin olan efendinin çıkmazı karşısında, dolayımsız emeği ile doğayı dönüştüren kölenin, köleliğini aşması; toplumu meydana getirmiştir. İnsan emeği ve dönüşümüyle ortaya çıkan, Dünya Tini dir. Çalışarak doğanın efendisi olmaya doğru ilerleyen köle, efendiden kurtulacaktır. Efendi-köle arasındaki çatışma, özgürlüklerin karşılıklı olarak tanındığı ve sınırlandığı modern devlet ile aşılacaktır.

Ölüm korkusu, efendi ile bağımlıyı bir araya getirir. Bağımlı ölümden, olumsuzdan korkan; yaşamda kalmaya çalışan bilinçtir. Ölümle her şeyini kaybedecek bağımlı, korkuyla ölüm karşısında bakışını yaşama çevirir. Efendinin isteği ve amacı; kendisinin mutlak özgürlüğe erişmiş özne olarak, bir başka bilinç tarafından tanınmasıdır. Efendi, olumsuzla karşılaşmaktan çekinmeyen, yok olmak tehlikesini göze alan; en önemlisi, ölümün yüzüne, gözünü kırpmadan bakabilen bilinçtir. İnsan, özbilincine ancak çalışarak ve ölüm korkusunu aşarak ulaşabilir.

Mutlak özgürlük, her türlü korkuyu aşmış olduğumuzun herkesçe kabul edilmesidir. Mutlak özgür bilinç, artık korkmayan bilinçtir. İşte bu noktaya, bu uç noktaya değin ilerleyen bilinç, gerçek tanınmaya ulaşır, doygunluğa erişir. Mutlak özgürlük, hiçbir belirli varolan’a (orada olan-Dasein) bağlı olunmadığını, yaşama bağlı olunmadığını kanıtlayabilmektir.” (Tinin Fenomenolojisi – Hegel)

Hegel - Mantık Bilimi


İdea, Mutlak Tin’dir.
Özne ile nesnenin, ideal ile gerçekliğin, sonlu beden ile sonsuz ruhun birliğidir İdea.
Hegel



Mantık, Hegel için İdea’nın düşünme yoluyla bilinmesidir. “Mantık, saf İdea’nın, yani soyut düşünce öğesindeki İdea’nın bilimidir.” Mantık, Mutlak olarak ele alınan Varlığın bilimidir. Aynı zamanda, Metafiziktir Hegel’ın mantık çalışması. Mutlak, ilk önce kendinde varlık (İdea), sonra kendisi için varlık (Doğa) en sonunda ve sonsuzluğu içinde kendinde ve kendisi için varlık (Tin-Geist) olarak Varlıktır. Felsefe Bilimleri Ansiklopedisi’nde belirttiği üzere Mutlak, üç evrede Varlık dır. Mutlak’ı araştıran felsefe üç bölüme ayrılır: kendinde Mutlak’ı inceleyen Mantık; kendi için Mutlak’ı inceleyen Doğa Felsefesi, kendinde ve kendisi için Mutlak’ı betimleyen Tinin Fenomenolojisi. (Hegel felsefesi üzerine bir başka yazı)

Mantık, Mutlak olanın özünden belirmesini ve düşünceye gelişini akıl yasaları ile ortaya koymalıdır. Hukuk Felsefesinin Prensipleri’nin önsözünde şöyle der: “Ussal olan gerçektir ve Gerçek olan ussaldır.” Bu ilke gereğince Mantık, Mutlak’ın düşüncede ortaya çıkmasının yasalarının bilimidir. Hegel’e göre “Mutlak, daha önce sahip olmadığı, kendi kendisine verdiği, kendi öz belirlenim ve yasalarını geliştiren bütünlük olarak düşüncedir.” ve Mutlak salt düşünce (İdea) olduğu için, onun içkinliğini düşünme Mantık biliminin sahasıdır. İdea’nın düşünülmesi olduğu için mantık, aynı zamanda Metafiziktir. “Varlığın kendisi ve onu izleyen alt-kategorileri, Mutlak’ın tanımları olarak ele alınabileceği gibi, Tanrı’nın metafiziksel tanımlamaları olarak da ele alınabilirler. Çünkü, Tanrı’yı metafiziksel olarak tanımlamak, onun tabiatını genel olarak düşüncelerde anlatmak demektir.

Mantık Bilimi ile Kozmos’un nedeni Mutlak’ı, dolayımsız düşüncede ve akılda tümel kavram olarak ortaya koymaya çalışır. Kategoriler, Mutlak’ın tanımlarıdır; fakat nesneden soyut değildirler. Fenomenler dünyası, Mutlak’ın kendi için doğaya açılması olduğundan kategorileri içerir. Ayrım, Olumsuzlama, Çelişki; Mutlak’ın nesneler dünyasında somutlaşmasıdır ve bu ortaya çıkış, huruç diyalektiktir. Tinin Fenomenolojisi’nde Hegel, felsefenin görevinin Mutlak’ın gerçekliğini; insan, tarih ve doğa ile betimlemek olduğunu söyler. (Tinin Fenomenolojisi üzerine bir başka yazı) Aktüel dünyanın döngüsü, edimi çelişkilerle gerçeklik olur ama tek Gerçek, Mutlak dır. Hegel dilinde Akıl, hem nesne hem de öznedir. Mantık üç yöntemden oluşur: Anlama yetisi veya soyut kavrayış (verstand),  olumsuz yada diyalektik akıl, olumlu yada spekülatif akıl  (vernunft

Anlama yetisi ile özdeşlik ve çelişmezlik kategorileri içinde akıl yürütme gerçekleşir. Fakat, özdeşlik ve çelişmezlik, statik akıl yürütmelerdir. Anlam, kavramın içinde kalır; beliren varlığın bir anında; onu karşıtları içinde kavramın soyutluğunda düşünür; oluşun diyalektiğinde bu anlam, zaman içinde görece kalacaktır. Fakat aynı zamanda bilgi ve deneyimin ilk aşamasını sağlayan, alışkanlık olarak akıl yürütmedir anlama yetisi ve bu nedenle önemlidir. Her belirme ile aynı anda sınırlama ve fark ortaya çıkaran diyalektik oluşur. Diyalektik ile belirlenmiş ve sınırlanmış kavramlar; olumlama ve olumsuzlama uğraklarında kendi karşıtlarına dönüşür. Diyalektiğin olumsuzlamasında, bir kavram belirdiğinde, bu belirliliği yine kendi içinde taşıdığı Töz sebebiyle; belirdiği oluş içinde, sınırları ile karşıt nitelikleri olumsuzlayarak elde eder. Diyalektik, aynı zamanda zaman-mekân ile düşüncede ortaya çıkan Tin’in oluş eylemidir. Spekülatif akıl, somut ve bütünlük taşıyan olumladır; çatışma ve ayrım içindeki oluşların özlerini muhafaza edip, ortadan kaldırarak aşar. (Aufheben)

Varlık, Hiçlik, Öz

Hegel, mantık içinde Mutlak’in üç kategorisi olduğu söyler. A) Dolaysızlığı içinde ve kendinde Kavram B) Dolaylılığı içinde, varlığa yansıyan Kavram’ın kendi-için varlık ve görünüş alması C) Düşünceye açılması sonrasında kendi içine dönmesi, kendinde ve kendi için Mutlak’ın Kavramı’na dönüşmesi. Hegel’e göre, mantık çıkarsamalarını zorunlu kılacak belirlenmiş başlangıç ve son olamaz. Felsefenin başlangıç ve son uğrağı, sonlu akıldır. Fakat, kendinde ve kendi-için Mutlak adına, sonlu nitelik-nicelik kategorileri geçersizdir; onun sonsuzluğu, insan aklı için aynı zamanda Hiçlik tir.
Mantık, akıl yürütme ve saf düşünce ile sonunda başlangıçta hep var olan Mutlak’ın kavramına ulaşır. Mantık, Mutlak’ın açılımıdır ve Mutlak ile sınırlanmış düşüncedir. Varlık ilk, tek, soyut ve dolayımsız kavramdır. Varlık, tüm belirmiş ve ortaya çıkacak varlıkları potansiyel olarak içinde barındırır. Varlık kategorilerin bütünlüğüdür, üst ilkesidir. Öz, şeylerin görünümleri içinde kalıcı yanıdır. Aynı zamanda öz, şeylerle bağlantısı ve dolaylığı içinde Mutlak’ın taşıyıcısıdır. Öz; varoluş zemininde, belirmiş fenomenlerde ve onların etkileşiminde ortaya çıkar. “Mutlak, özdür” der Hegel.

Özdeşlik, Ayrım, Çelişki, Varoluş

Varlığın alt kategorileri; nicelik ve niteliktir. Kategorilerin, kendilerine karşıt bağlantı içinde anlaşılmasına ve mantık yürütülmesine “refleksiyonlu düşünme” der Hegel. refleksiyonlu düşüncenin ilk kategorisi özdeşlik dir. Özdeşlik bir şeyin, diğer tüm şeylerden ayrı olarak tanınmasını sağlayan kategoridir; A=A dır gibi.  Özdeşlik sonrasında, refleksiyonda ortaya çıkan ikinci kategori; ayrımdır, belirme farkıdır. Özdeşlik, ayın zamanda kendisiyle bağlantılı bir şeyin kendisinden ayrı kavranmasını sağladığı için; ayrım için özdeşlik öncüldür. Özdeşlik kendi için olmak iken; ayrım ile belirme, kendinde ama aynı zamanda başka bir şeyi içerme, ortaya çıkarmadır. Refleksiyonlu düşüncenin bir sonraki aşaması zemin kategorisidir. Zemin ile özdeşlik ve belirleme somutluk kazanır ve çelişki içinde varolur. Çelişki, potansiyel kendinde varlığın dünyalaşmasıdır. Zemin, hem özdeşlik ile Mutlak’ı içinde barındırır, hem de belirmenin ayrımı ile karşıtlıklar içinde varoluş bütünlüğünü sağlar. Varoluş, ortaya çıkmaktır; varolan, zeminden çıkar. Öncüllerini, olumsuzlayarak zemine gelir varoluş. Özdeşlik, ayrım ve zemin diyalektiğinde varoluş ortaya çıkar. 

Şey, Fenomen, İmkân

Zemin ve varoluş bağında ortaya Şey (das ding) çıkar. Şey, somut maddedir; aynı zamanda karşıtların birliğinden türediği için çelişkiyi taşır. Olumlu birlikte madde olurken, olumsuz birlikte formlara ayrılır şey. Şey “kendinde kendi içine yansıma” ve “başkasını içine yansıtma” halindedir. Bir şeyin kendi içine yansıması; özdeşliği ve bağlantısızlığını gösterir. Fakat zeminden gelmiş ve varoluş kazanmış şey, başkalarını da içinde yansıtmak, taşımak zorundadır, bağlantılıdır. Şeylerin varlığı, diğer şeylerin zemin bulmasına bağlıdır ve onları içine yansıtmak durumundadır. Şey, bir yanı ile kendisinde ayrımlara sahip olarak belirmiş ve somut olandır; ama aynı zamanda kendi içine yansıması ile özdeşliğine, özüne sahiptir.  

Varoluş zemini kazanan şey, fenomene dönüşür. Şey, kategorik olarak kendi içine yansıma ile madde ve başkasını içine yansıtma ile form, olarak çelişki ile zemine gelir. Bir yanı ile kendi içindeki öz, belirmemiş iken; diğer şeylerle bağlantı ile form kazanmış, dönüşmüştür. Bağlantılı varoluş, fenomen dir. Fakat, fenomen çelişkide ortaya çıktığı için özünü muhafaza etmektedir. Öz, zeminde belirir ve varoluş ile fenomene dönüşür. Hegel, Kant’ın fenomen-numen analitiğini eleştirir. Kant, fenomenler dünyasının zaman-mekanda gerçekleşen deneyim olduğunu, özü içeren kendinde-şey’in (numen) salt akılda bilinemeyeceğini söyler. Hegel göre ise “Evrenin özü, fenomendir. Öz, fenomenin arkasında ya da ötesinde değildir. Tersine var olanın öz olması yoluyla, varoluş fenomendir.” Fenomen, içerik (madde) ve biçimden (form) oluşur. İki kategori birbirinden ayrılamaz, bağlantılıdır. “İçerik, biçimin içeriğe dönmesinden; Biçim, içeriğin biçime dönmesinden başka bir şey değildir.”

İmkân, fenomenin kendi ayrımı içinde olumsala dönüşmesidir. Mümkün koşulların birliğinde olgu, edimsel olur; zorunluluk belirir. Zorunluluğun oluşması için; koşul, olgu ve edim aynı anda gereklidir. Fenomen hem de ayrım içindedir, hem de özdeşlik bağını da sürdürür. Fenomen bağını, Hegel üç görünüşe ayırır: bütün ile parçanın ilişkisi, kuvvet ile onun belirmesi, iç ve dış arasındaki ilişki. Doğa ve İdea (yâda Tanrı) fizik ve metafizik olarak ayrışmış değildir Hegel için, şöyle der: “Doğa’nın ve Tin’in ortaklaşa içeriğini oluşturan İdea, Doğa’da salt dışsal olarak, ama tam bu nedenle, aynı zamanda ve o ölçüde salt içsel olarak bulunmaktadır.

İdea, Edim, Kavram

İdea, zihnin anlama yetisinde değil; Varlık’ın özündedir; salt Akıldır. İdea, insanın anlama yetisi kategorilerinin dışında ve de algının çoğu zaman sınırında kendinde gerçektir. İdea’nın etkinliği, akla aykırı değildir; bizatihi kavram olarak zaten aklidir Hegel’e göre “İdea, mutlak olarak etkin ve aynı zamanda edimsel olandır.Edim kendini üç kategori ilişkisinde ortaya koyar: Cevher, Sebep, Etki. Cevher kendini ayrımda, arazda ortaya çıkarır. Edimin kuvveti, cevherdir ama aynı zamanda zemine getiren de ayrımdır. Cevher sebeptir, onu harekete geçiren ise etkidir. Güneşin sebep, sıcaklığın etki olması gibi. Diyalektik ile sebep ve etki, aktüel dünyaya, gerçekliğe yansır. Edim, diyalektiktir.

Kendi içine geri dönüşlülüğü ve belirmişte kendisinde kalışı içindeKavram, kendinde ve kendi-için Mutlaktır. Varlık, dolaysızdır; kendisi ile özdeştir. Varlık, kendi-içinde, örtük olarak kavramdır. “Kavram, Varlık’ın ve özün gerçekliğidir” Hegel için. Kavram, kendinde ve kendi için belirmiş olduğu için bağımsızdır, özgürlüktür. Özgürlüğü ile özdeşlik içindedir Kavram. Kavramın kendi için varlık olması, görünüşte belirmesi, fenomende ortaya çıkışı, Öz dür. Doğa’da bitki belirmeden önce tohum bitkiyi kendi içinde kapsamaktadır; tıpkı Kavram gibi. Kavram, hem öznel hem de nesnel olarak ussaldır; varlıkların özüdür. Kavram, dolaysızda dolaylılıktır. Kavram, canlı her şeyin ilkesi ve böylece aynı zamanda baştan sona somut olandır.” Kategoriler ile varlıklar, dolayım içinde ortaya çıkar. Diyalektik; özdeşlik, olumsuzlama, ayrım ile dolayım zeminidir.

Öznel, Nesnel, Mutlak Kavram

Gerçek, sadece Kavramdır. Kavram, varlık ve özün gerçekliğidir ve kendinde özdeş olduğu için, ancak zemin olarak karşıtların özdeşliğinde belirir. “Kavram, gerçekliğini gerçekleştirebilmesi, gerçekliğinin gerçekliğini kanıtlayabilmesi için varlık ve öze bağlıdır.” Mutlak’ın tanımı, onun Kavram olduğudur. Hegel kavramı üçe ayırır: Öznel Kavram, Nesnel, Mutlak Kavram

Öznel kavram, kendi içinde kategorilere ayrılır; kavram olarak kavram, yargı, mukayese. Kavram olarak kavram, alt kategorilere ayrışır: Evrensel, tikel ve tekil. Evrensel, hem kendisinde hem de karşıtı içinde özdeştir. Evrensel, özdeşliğin eşitlik içinde açığa çıkmışlığıdır. Tikel, kavramın evrensellik kategorisinin olumsuzlanmasıdır. Kavram, kendi içinde karşıtına dönüşerek kendini sınırlar, olumsuzlar ve bu belirme ile tikelleşir. Tikel kavramın çelişkisinde, tekil ortaya çıkar. Klasik mantıkta özne ve yüklem, iki farklı kategori olarak yargı ile birleşirken; Hegel’in mantık yargısında ise özne, yüklem dir; “İdea, Mutlak Tin’dirgibi. Mantık Bilimi’ne göre mukayese, kendinde kavram ile yargının birliğidir; şöyle der: “Mukayese, ussaldır ve ussal olan her şeydir. Her şey, mukayesedir ve aynı gerçeklikte her şey, Kavramdır.”  

Nesnellik: Mekanizm, Kimyasallık, Amaç

Nesne, Mutlak’ın özdeşliğindeki çelişkidir. Nesnellik kendi içinde üç kategoriye ayrılır: Mekanizm, Kimyasallık, Amaç. Mekanizm içinde nesnelerin bağlantısı sadece dışsaldır. Biçimsel dışlılık içinde kuvvet ve itmelerle oluşan bağlantıdır. Kimyasallık ile nesneler, ancak birbiriyle olan bağıntılarında nesnedirler ve onları zemine getiren ayrımlarıdır. Mekanik nesnellik ile kimyasal ayrışmaların birliğinde Doğa’nın erekselliği, Amaç, onları harekete dönüşür. Hegel ahlak ve din ritüellerini, mekanizm aksiyonları olarak yorumlar; “Çünkü kişinin iradesi, hareketlerini belirlemez; hareketleri dış bir etki tarafından belirlenir.

Mutlak İdea

 “Kendinde ve kendi için Gerçek olan, kavram ve nesnelliğin mutlak birliği İdea dır.” Mutlak İdea, tüm mantık kategorilerine içkindir. “Mutlak İdea’nın içeriği, mantıksal sistemin içeriğidir; biçimi de, diyalektik metottur.” Gerçeklik (aktüel), Gerçek olan İdea’nın nesnelerde somutlaşması; onlarla örtüşmesidir. İdea, nesne ve deneyimden ayrı veya soyut değildir; onların içkinliğidir. “İdea, soyuttur ama kendisinde özsel olarak somuttur” ve edim içinde dünyalaşır. İdea hem gerçekliğe yansır, hem de Mutlak olarak bütündür. İdea, aynı zamanda salt Akıl dır. “Özne ile nesnenin, ideal ile gerçekliğin, sonlu beden ile sonsuz ruhun birliğidir İdea” diye tanımlar Hegel.
İdea, Mutlak olmasıyla hep kendisine döner. “Mutlak, evrensel İdea’dır. Fakat o, kendisini belirli İdealar sisteminde tikelleştirir, ama bunlarda tekrar İdea’ya yani gerçekliklerine geri dönerler. İdea, özsel olarak süreçtir.” Süreç, üç uğrakta gerçeklik olur: Yaşam, Bilgi, Mutlak İdea. Yaşamkendinde İdea”; Bilgikendisi için İdea” olarak Mutlak’ı eksik olarak yansıtır. “Mantığın son uğrağı, Mutlak İdea’dır ve artık o, kendi kendini düşünen İdea’dır.” Gerçekliğin tümünü kapsayarak, sonunda Mutlak İdea’dır.
Mantık içinde, Mutlak’ın son aşaması Kavram, gerçeklik karşısında başlangıçtaki kendinde Gerçek dir. Akıl yürütmenin sonunda Gerçek ortaya çıkar Hegel’e göre. “Gerçeğin, kendini gerçeklik olarak gerçekleştirmesi için, gizli özünden belirmesi zorunludur.” Gerçek, İdea veya Tanrı dır. Hegel’in Mantık Bilimi, Mutlak İdea ile son bulur: “Mutlak İdea, Mutlak’ın (yâda Tanrı, Kozmos) doğru,  tam ve uygun tanımını oluşturur.” Mutlak eğer Tanrı ise, kavramı ve kendindesi ile çelişki içinde maddeye dönmüş, form kazanmışsa; bu Gerçek karşısında insan gerçekliğinin ve bilgisinin Mutlak’a dair kesin ve doğru deneyimi olamaz. 

Yunan Tarihi ve Sanatı: İdea ve Güzel, Atina ve Altın Çağ, Apollo ve Dionysos


Logos ve Yunanlılar

Arkaik sanat, pagan inanışların ve özellikle kozmolojinin etkisinden neşet ederken; Antik Yunan sanatının oluşumu, mitos’dan logos’a doğru ilerlemeyle açıklanır genellikle. M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren Ege havzasının aldığı evrimleşme ile mitik-pagan inanışlardaki değişim, temsil ve sanat pratiğine yansır. Ve devamında ayrılır, kutsal olan ile temsil. Logos dil, akıl ve bilim gibi birçok anlamı içermekle beraber, öncelikle derlemek ve kalıcı hale getirmektir. Kalıcı yapılar kurmaya yönelir Yunanlılar, güzelliği ortaya çıkarmak için. Göze gelen, beğenilen, estetik duyum olarak algılanan güzellik; Yunan insanı için ölüm ve doğa ile mücadele etmek hatta karşısında durmak hissine geldiği için önemliydi hayatında. Yunan kültüründeki sıçrama, hem teknik hem de estetik olarak özgündü ve tarihin sonraki dönemlerde birçok felsefe-sanat hareketleri, hep o dönemin yani Altın Çağ’ın biricikliğini anlamak, izini sürmek hatta yeniden kurmak istedi.
Afrodit'in doğuşunu gösteren heykel panel, "Ludovisi Tahtı" olarak da bilinir, M.Ö.460


Arkaik Yunanlılar Kimlerdi?

Yunanlıların kökenini oluşturan Neolitik çağ halklarının nereden geldiğine dair kesin bilgi yoktur. M.Ö. 2000’li yıllardan itibaren Asyatik-Germen kabilelerin, Ege’deki halklar ile karışıp üstünlüğü ele geçirdikleri düşünülür. M.Ö. 1400-1150 arasında istilacı Akhalar, yerleşik hayata geçerek kendilerinden önceki Girit medeniyetinin üzerine kendi şehirlerini, ticaret kolonilerini ve Miken krallıklarını kurar. Sonrasında yine kuzeyden gelen Dor kabilelerinin istilasıyla Akha Uygarlığı yıkılır. Savaşçı Dorlar, Sparta; İyonlar ise, Atina şehrini kurar. M.Ö. 11 ile 8. yüzyıl arası Ege bölgesi “Karanlık Çağ” olarak anılır ve bu döneme ait hiçbir yazılı belge bulunmamıştır, sadece çok az sayıda arkeolojik kalıntı vardır günümüze ulaşan. Akhaları (Miken) ataları olarak kabul eden Yunanlılar, “Kahramanlar Çağı” dediler onların dönemine.

"Mask of Agamemnon" - made in Gold, circa 1550-1500 BC
"Agamemnon Maskı" - altın, M.Ö. 1550-1500BC
Homeros ve Heredot’un tarihçilikten çok hikâyecilik, masalsılık ile anlattığı arkaik dönem;  İlyada, Troya Savaşı ve Kral Agemmemnon anlatısında işlenir. Ama Akhalar ve kahramanlık çağına ait bulgu değil, sadece mitos vardır aslında. Dönemin tarihi, yazı olmadan sözlü anlatılarla kuşaklara aktarıldığı için, Troya savaşı olmasa bile ona benzer bir savaş yaşamıştır sanki Akhalar. Kaybolan yazı, farklı kaynaklardan türetilerek, M.Ö. 750’ler de tekrar ortaya çıkar. Harflerini, yazı düzeneğini Asya’dan ve Fenikelilerden alan Yunanlılar, sesli harfler yaratarak geliştirir alfabeyi, yazı dilini. Karanlık Çağ’da Balkanların büyük kısmında bazen göçmen, bazen yerleşik hayat sürmüş Akhaların, proto-Türkler olduklarına dair yorum ve bazı bulgular görmezden gelinmektedir hala. Miken yazı-işaretlemesinin Fenike alfabesiyle alaşımı olan Yunan dilinde, Asyatik kökenli olduğu kanıtlanmış semboller, harfler vardır ve bugün Batılı akademisi, tarihi tarafından kapsam dışında tutulur. Ve daha çok Semitik dil-kültür içinde Mezopotamya ile Yunan arasındaki ilişki önemsenir Kıta Avrupası’nda. Sonuç olarak Yunanlılar ırk değil, sadece kültür olarak vardır antik dünyada.


Colossal Kouros of Samos - height 4.75 m, marble from Sanctuary of Hera in Samos Island,  Archaic Period, circa 590-580 BC
Samos Kouros'u - boy 4.75 cm, m.ö. 6. y.y.

Atina, Ganimet, Perikles, Altın Çağ, Köle, Artık Birikim

Antik Yunan kültürünün M.Ö. 776 yılındaki Olimpiyat Oyunları ile başladığı kabul edilir. Olimpiyatlar şehirlerin katıldığı birlik olma halidir aynı zamanda. M.Ö. 750'lerden itibaren Yunanlar şehir devletleri (polis), denizcilik ticareti ve hatta korsancılık ile güçlenir. Başta Atina şehri olmak üzere Yunanlıların ekonomik, refah koşulları oldukça ilerler ve M.Ö. 6. yüzyıla gelindiğinde Sparta, Korint ve Tebai şehirleri de Ege’nin diğer önemli merkezleri olur, fakat Atina ile Sparta arasındaki askeri-ekonomik rekabet nedeniyle sonu gelmez iç savaşların. Yunanlıların altın çağı, ticaret ve savaş ganimetleriyle oluşan birikimin, köleci eko-toplum düzen içinde maksimize edilmesidir esasında. M.Ö. 490 yılında Maraton Savaşı ile güçlü Persleri yenerler ve Ege denizinin tüm kıyıları Yunanlıların hâkimiyetine geçer; sonrasında Pers saldırılarına karşı koymak için, Atina`nın önderliğinde “Atttika-Delos Deniz Birliği” kurulur birçok şehrin katılımıyla. Birliğin hazinesi, Atina’ya taşınır ve sanat-felsefe alanında kalıcı eserlerini bu maddi zenginlik içinde üretir Atina. Batı Dünyasının kendisine milat kabul ettiği “Helen kültürü” bu dönemde yaşanır.

“Demokrasiyi Yunanlılar keşfetti” sözü bugün için anlamsızdır; çünkü antik Yunan’da Demokrat (demos-yurttaş) olmak sadece, çalışmayan ama gelir sahibi  özgür erkeklerin sahip olabileceği haktır ve bu haktan sadece nüfusun %10’u yararlanır. Antik Yunan kültürü, Oligarkların yani artık birikime sahip ailelerin düzenidir ve Platon, ideal devletini anlatırken meşrulaştırır sınıf ayrımını. M.Ö. 5. yüzyıl ve Komutan Perikles dönemien parlak günleridir Atinalıların, ekonomik kazanımlarını ve serbest zaman faaliyetlerini, mimari başta olmak üzere sanata ve felsefeye yöneltirler. Perikles döneminden sonra Atina ve Sparta arasında Peloponez Savaşı çıkar M.Ö. 431’de ve 27 yıl sürer; ardından Sparta, Attika’ya hâkim olur ama Makedon İskender’e kadar kaos bitmez Ege coğrafyasında. Modern Batı dünyasının öykünüp adına “Yunan Mucizesi” dediği dönemin (M.Ö. 520-430) temelinde; ekonomik birikim ve “mutlak özgürlük” kavramı vardı.  Yunanlılar için özgürlük, madden bağımsız olmaktı. Çalışmamak idi, özgürlüğün ilk şartı. Tarihte ilk köle pazarı, Sakız Adası’nda kuruldu aynı dönemde. Yunanlı özgür insan, çalışmayan ama çalışan kölenin emeğinden geçinen toprak sahibi idi ve şanslı ailelerin mensubu olarak toplardı artık birikimi. O, emekten ve topraktan uzaklaşarak kendine ayırdığı serbest zamanını; bilmeye ve sanata yöneltti.

Aydınlanma Çağı felsefesi ve özellikle Alman Romantik hareket, eserlerinde hayranlıklarını ifade etmişlerdi klasik dönem Yunan kültürüne. Schiller, Yunan estetiğinin ideal insanı sunduğuna inanır: “Sanatın bütün çekiciliğini, bilgelikle birleştiren Yunan tabiatı... Yunanlılarda akıl ne kadar yükselirse yükselsin, arkasından daima maddeyi istekle çekiyordu; onu ne kadar ince ve kesin olarak ayırıyorsa da asla parçalamıyordu.” Hegel’e göre, derin düşünme ile öz-bilincine doğru evrilen ve eyleme yönelen Yunanlılar, bitimli isteklerini aşarak insansı isteklerini yansıtmıştı heykel, tapınak ve tragedyada.

Apollo ve Dionysos

Apollo akıl, denge ve ışığın tanrısıdır. Işığın tanrısı, logos ile biçimi bir araya getiren sanatın da tanrısıdır. Nietzsche’ye göre Apollonik sanat bakışın, güzelliğin ve görünümün alanını sınırlar. Dionysos geçmişin etkisiyle acı ile coşkuyu bir araya getirir ve sınır-ölçü tanımaz çoğunlukla. Diyonizak sanat, aile-klan bağlarından, şiddet ve dürtü istençleri üzerinden insanı etkiler tıpkı şenliklerindeki müzik, dans, esrime ve ilahi gibi. Yunan sanatını şöyle açıklar Nietzsche: “Yunanlılar, kendilerine ve sanata kaynak olarak iki tanrı çıkarmışlardır; Apollo ve Dionysos. Bu inançlar, sanat alanında çatışırken ve yan yana yol alırken; sadece bir kez o da Hellen istencinin zirvede olduğu, Attika tragedyası denilen sanat yapıtında kaynaşmış üslup farklılıklarıdır.” Apollonik ve Diyonizyak olan; akıl ile içgüdü ve şehir ile kır hayatı geriliminde kombine olmuştur antik dünyada.


İdea ve Güzel Platon ve Aristoteles

Yunanlılar, başta Mısır medeniyetiyle olan eko-kültür bağlantılarını geliştirip zanaatçılıktan sanatçıya dönüşen kimliği ortaya çıkardı zaman içinde. Güzelliğin ideal yansımasının eşyada neşet etmesini istiyor, arıyordu Yunanlı sanatçı. Güzellik ve ışık, ontolojik zeminin izi olarak yontularda, tapınaklarda arandı. Arkaik dönemdeki hakikatin imgesinin, surete ancak izi ile yansıyacağını asla görülemeyeceğini söyleyen hâkim inancı yıktı YunanlılarGörünür olanın, hakikati yansıttığını düşündüler çoğunlukla. Bu sebeple güzelliği, görünür kılmayı hedeflediler yaşamın tam ortasında. Geçmişleri, kendileri ve zaferleri için övünç duyacakları tapınaklar yaptılar ve böylece ortaya çıktı Parthenon.
"Temple of Parhenon" at the Athens - from ancient Greek, circa 447-438 BC
Parthenon Tapınağı, Atina - M.Ö. 447-438 

"Discobulus" - original bronze statue by Greek Myron, circa 450 BC, after Roman copy
"Discobulus" Disk Atan Atlet - yontucu Myron, orginal M.Ö. 450

Platon’a göre güzel, sadece Güzel İdeası’nda vardıSanat eserlerini, mimetik (doğaya öykünen) taklit ürünü oldukları için idea formlarından uzak buluyor, hatta küçümsüyordu Platon. Güzel, bir başka nesnede ortaya çıkamaz, kendinden başka şeyde görünemezdi. Güzel ve onun güzelliği, mutlak ve kendinde kalacaktır İdea öğretisine göre. Aristoteles ise sanatın, idea’nın ideal dışavurumunu sağladığını söyler. Onun için bilgi gibi sanatında özü, dış dünyada ve doğadadır. Varolanların dışında aşkın ve kendinde ideaları değil; insan emeği ile şekillenen gerçekliği savunur ve sanat, iç nedenlerini dış koşullarına yansıttığı sürece, güzellik ortaya çıkacaktır. Sanatın öyküsünü ve amacını şöyle açıklar Aristoteles: “Yarım kalmış doğanın, ideal formlar ile tamamlanması

Bugün, Antik Yunan’da ortaya çıkan güzellik anlayışı ve sanata bakış, bir yönüyle dayatma olarak sürüyor modernite içindeSanat eğitimine  “güzel sanatlar” diyerek sınır çizen klasik anlayış, aslında ölümlülük ve çürüme gibi sanatı ortaya çıkaran ontolojik arayışları, işlikleri daha başından kendi biçim-içerik dayatmaları ile sınırlıyor çoğunlukla. Düşünce-deneyim, hala Yunan idealinin beğeni kasnağı içindeki biçemlerle anlaşılıyor, sıfatlarla yargılanıyor. Batı sanat sektörünün kabullendiği Yunan paradigması domine ediyor alttan alta sanatın pratiğini ve öncesinde imgesini. 


Haset ve Şükran - Melanie Klein


Ölüm ve zulmedilme kaygısı ile dolu doğar, rahim içi ortamını kaybeden bebek. Annenin kendisini itkiden, kaygıdan ve acından kurtarmasını ister bebek. Oral dönem ve erken-ben için meme, yaşam kaynağıdır. Eğer ilk nesne ilişkisi -meme ve anne ile ilişki- güvenli ve yeterli zeminde gelişirse, bu zemin haz yetisine serbestlik sağladığı için benlik; yaşamın diğer evrelerinde olumlu, yapıcı, yaratıcı duygu ve nesne ilişkilerini zaman zaman ortaya çıkan yıkıcı deneyimlere, kayıplara rağmen yeniden kurabilir. Meme iyi de olsa, doğum öncesi rahimdeki doyumu ve güveni veremeyeceği için, erken-ben için doyumsuzluk kaçınılmazdır aslında. Ve sonrasında yetişkin birey içinde imkânsızdır mutlak doyum.

Haset, kıskançlık ve açgözlülük arasındaki farkları görmek gerekir. Haset, arzulanan bir şeyin başka birine ait olduğu ve bize değil de ona haz verdiği inancının yol açtığı kızgın bir duygudur; hasetli itki, o istenen şeyi sahibinden çekip almaya yada bozmaya, kirletmeye yönelir. Şu da var: Haset, öznenin sadece bir kişiyle olan ilişkisiyle ilgilidir ve kökeni de anneyle o herkesi dışlayan eski ilişkide yatıyordur. Kıskançlık da hasete dayanır, ama öznenin en az iki kişiyle ilişki içinde olmasını gerektirir: Özne, kendi hakkı olan sevginin rakibi tarafından elinden alındığına yâda alınma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğuna inanıyordur. Kıskançlığın günlük kullanımında, sevilen kişiyle özne arasında bir üçüncü kişi girmiştir.” (M. Klein)

Kıskançlık, Açgözlülük, İdealleştirme

Kıskançlık, sahip olduğu şeyi kaybetmekten korkmaktır ve olağandır. Hatta bir yönüyle insan arzulayamaz, sevgi ilişkisine yönelemez kıskanmadan. Açgözlülük, kişiyi sürekli uyaran ama doyurulması imkânsız istek halidir. Nesneler, ortaya çıkan isteği doyurmaya yetersiz kalır açgözlü kişide. Açgözlülük bilinçdışı düzlemden yansır çoğu zaman bilince ve memeyi sonuna kadar emmeye, boşaltmaya yönelik itkinin iç yansımasıdır. Kıskançlık, açgözlülük ve haset erken-benliğin güdümünde, yaşam boyunca yakın duygular olarak belirir. Beğenilen yâda idealleştirilen kişilere yöneliş; bilinçdışı yıkıcı itkilerden kaçınmanın, ilk ilişkideki meme-anne ile yeniden bütünleşmenin ve onları korumanın bir yoludur. Fakat idealleştirme bazen negatife dönüşebilir; iyi nesne zaman içinde ortaya çıkan kusurları, eksikleri ile bu sefer yıkıcı itkilerin, nefretin figürü olabilir. Ve ilk başta idealize edilen nesne, kişi yâda âşık; süreç içinde zulmedici olur benliğe.

Haset

İyi-kötü nesne bölünmesini ve bütünlük içinde yeniden kurulmasını engelleyen içgüdünün yıkıcı itkisidir haset. İçgüdünün itkileriyle erken-benliğe ve dış dünyaya yansır, saldırır haset. Açlık ve zulmedilme kaygısı ile bebeğin fantazmik zihninde tükenmeyen nesne olur meme. Memede arzuladığı her şeyin var olduğunu, memenin sınırsız süt ve sevgi verdiğini ama aynı zamanda tam doyuma ulaşamadıkça, memenin kendini bu doyumdan alıkoyduğunu sanır ve ona hasetlenir bebek. Memenin sütü ve sevgiyi kendine sakladığı sanrısındaki erken-ben için iyiyi ve kötüyü içeren ikircil, muğlâk zemin olur böylece meme ve anne.

Yansıtma konumunda açgözlülükten ayrılır haset. Sadece karşısındaki nesne yâda kişiye sahip olmakla kalmaz; onu kirletmek ve bozmak ister haset. Açgözlülük, nesneyi içe yansıtıp onu sömürme ama tatmin olamama hali iken, içindeki yıkıcılığı dışarıdaki nesnenin içine koymaya ve onu bozmaya kararlıdır haset. Bozarak, kirleterek ilerlemek ister haset. Kadınlardaki penis hasedinin kökeni, meme ve anneye duyulan hasete dayanır Klein’a göre. İmkânsızdır çok hasetli insanın tatmin edilmesi. O tatmin olamaz, çünkü iyi nesnesi eksik yada yitirilmiştir. Diğer insanların keyif, tatmin, başarı görüntüleri karşısında; kendini nesnesiz hisseder ve acı duyar hasetli kişi. Başkalarının acısı, sefaleti dinginlik verir hasetli kişiye.

Haset duygusuna karşı koyabilmek için değersizleştirir benlik karşısındaki nesneyi, kişiyi. Haset duyulan olmaktan çıkar, değersizleştirilen nesne. İçe alınmamış, hâkim olunup bozulmamış nesne, benliğine zulüm eder hasetli kişinin; o yüzden elzemdir değersizleştirme. Ve çoğunlukla kendine yansıtır değersileştirmeyi depresif kişilik. Yoğun baskısı altındadır hasetin ve yıkımıyla mücadele etmek için benliğini, yetilerini değersizleştirmek zorunda kalır; kötücül talebi dindirmek için. İlksel nesneyi, anneyi, memeyi yaralamış olduğunu hissetmekten doğan suçluluk duygusu, zedeler yaşamın ilerleyen dönemlerinde kendini sevme ve güven duygusunu. Karşısında rekabet edilecek kişi-konum ile karşılaştığında depresif kişilik, kendi yeteneklerini değersizleştirerek hem hasedi yadsır, hem de hasetlendiği için duyduğu suçluluk hissinden dolayı cezalandırır kendini. Gündelik öfkelerin yoğun ve kontrol edilmez hale gelip, kişinin ilişkilerini yıkıma götürmesi; ilk haset itkisinin yeniden canlanmasıdır. Haset tüm bu sebeplerle, ağır mutsuzluğun kaynağıdır.

Şükran

İyi nesne ilişkisinin zeminidir, şükran duygusu. Bebeğin yeterince haz almasına, memnun olmasına bağlıdır sevgi yetisinin gelişmesi. Şükran duygusu, erken-ben döneminde anne ile kurulmuş yeteri kadar iyi ilişkinin izidir ve sonraki tüm olumlu, yaratıcı ilişkilerin temelidir. Şükran, anneden lütuf olarak gelen iyi memeyi koruma istediğidir bebek için. Şükran, iyi nesneye sahip benliğin sevgisidir. Hayattan zevk alma, üretken ilişkiler kurma ve mücadeleci kişilik; anne ve meme ilişkisinde doymuş ve memnun olmuş geçmişten türer. Maddi zeminler sarsılsa da, kendini ve nesneler dünyasını kusurları içinde yeniden bütünleştirip, yaşamı olumlayabilir şükran duygusu gelişmiş insan.

Kant-Salt Aklın Eleştirisi: Sezgi, Tam-Algı, Anlama Yetisi, Analitik, Sentetik ve A priori Sentetik Yargı


Varlık alanında beliren her şey, zaman-mekân koşulları görüngüdür. (Kant felsefesinde zaman-mekan hakkında bilgi için tıklayınız)


Analitik ve Sentetik Yargı


“Bütün yargılarda, bir kavramın bir yükleme bağlantısı söz konusudur. Bağlantı iki biçimde olabilir. Ya B yüklemi, A kavramına aittir; yani A kavramında içerilmiş herhangi bir şey dir. Yâda B yüklemi, A kavramının bütünüyle dışında olmakla beraber, gene de onunla bağlantılıdır. Birinci durumdaki yargıya analitik, diğerine ise sentetik diyorum.” (SAE) 

Analitik (çözümleyici) yargı, deneye başvurmadan a priori ve tümel olandır. Sentetik (sentez) yargı, görüngü ve deney ile bilgimizi çoğaltandır. Kavram (konu) ile yüklem arasındaki bağlantısına göre bir yargı, analitik veya sentetiktir.

Kavramlardan biri ötekini tam içerdiğinde, bu iki kavram arasındaki ilişki analitiktir. Analitik olumlu yargının en basit örneği, “A, A dır” dediğimde gerçekleşen özdeşliktir;  kavram, yüklemi tam olarak içermektedir. Analitik yargılar, a priori dir; çünkü deneyden ve yanılsamadan bağımsız, ne ise o olmaları ile belirlenmiştir. 

Analitik yargı, kavramın dışına çıkmadığı için yeni bilgi vermez, mevcut bilgiyi çözümler. Sentetik yargı, kavramın dışına çıkarak yargıdaki niteliği, bir başka konuya-kavrama taşır ve yeni bilgi oluşturur. Sentetik yargı, deney ile ortaya çıkar ve aynı türden olmayan iki kavram arasında bağlantı kurar. Bu bağda, kavramlardan biri ötekini, tam olarak içermez. Örneğin “Gül kırmızıdır” sentetik bir yargıdır; kırmızı ile gül arasındaki bağı içerir ama kırmızı olmayan gül, gül olmayan kırmızı şeyler dışarıda kalmıştır. Sentetik yargı  “A, B dir” ifadesidir ve deneye bağlı (a posteriori) bilgidir.

Analitik yargı açıklayıcıdır ama bilgiyi genişletmez, çünkü yüklem kavrama yeni bir şey katmaz. Örneğin, “bütün cisimler yer kaplar” dediğimde “yer kaplama” yüklemi, “cisim” kavramının tümelliğindedir, içindedir. Bu yargıdan yeni bir şey öğrenemeyiz çünkü yer kaplama kavramı, zaten cisim tanımı içinde yer almaktadır. Analitik yüklem, konu hakkında yeni bilgi vermez, yalnızca açıklar ve zorunluluğun bilgisidir. 

Sentetik yargı, kavram ve pratik olarak bilgimizi genişletir. Örneğin “tüm cisimler ağırdır”, ağırlık yükleminin niteliği üzerinden “tüm cisimler” kavramına eklenmiş sentetik yargıdır. Kavram olarak ağırdır, tüm cisimleri kapsamaz ve tüm cisimler, kavram olarak ağırlık niteliği altında toplanmaz. Öyleyse, ağırlık yükleminin cisim kavramı ile birleşmesinin olanağını veren zemin deneyimdir. 

Sentetik yargı, deneyim ile kavramının dışına çıktığı için yüklem, yeni bilgi verir. Sentetik yargı, deney koşullarında ölçebilir. Ancak deney koşullarında şimdi-burada ölçülen ve tespit edilen bilgi, her zaman ve koşulda gerçekleşmez, bu yüzden evrensel ve mutlak bilgi değildir. Kant sentetik bilginin izafîliğini aşmak için a priori sentetik yargıyı geliştirmiştir. 


A priori Sentetik Yargı


Kant’ın geliştirdiği a priori sentetik hem deneyim ile bilgimizi genişleten içeriğe, hem de zorunlu ve tümel olan bilgiye sahiptir. A kavramı tam olarak dışında olduğu B kavramına bağlanarak, zorunluluk ilkesi ile A kavramı hakkında bilgi üretir. Örneğin “Her olan şeyin bir nedeni vardır” önermesi; “olan şey” kavramı ile “neden” kavramı (A ve B kavramı olarak) birbirlerinden bütünüyle ayrıdırlar. 

Neden kavramı, olan şey kavramının dışındadır veya olay şeyin görünümü içinde değildir; belirmesinin koşuludur ama deneyin kapsamında değildir. Peki, Neden kavramı, olan şey kavramı içinde bulunmadığı veya görünmediği halde ilintisini, hem de zorunlu ilişkisini nasıl çıkarsıyorum?  Sezgi ve anlama yetisi meydana getirir bu yargıyı Kant’a göre.  “Her olan şeyin bir nedeni vardır” deney yargısı değildir, a prioridir ama aynı zamanda deney gerçekliğinde zorunluluğu gözlenebilir.

A priori sentetik, deneyden gelmeyen (a priori) ama deney-nesne bilgisiymiş gibi bilgimizi genişleten (sentetik) yargıdır. Örneğin “Doğru çizgi, iki nokta arasındaki en kısa yoldur yargısı ile “doğru çizgi” kavramının niteliği üzerinden “en kısa yol” bilgisine ulaşırız. Bu yargı hem deney dışıdır, hem de deneyle yanlışlanamaz tümellik taşır, yani mantıksaldır. Bu nedenle doğru çizgi, hem sentetik hem de a priori dir. 

Matematik ve fizik bu tür yargılardan oluşur Kant’a göre. Sentetik a priori yargı deneyden elde edilmez, çünkü öncülü akıldan gelir ama her türlü deneye de uygulanabilir. Metafizik, eğer güvenilir bilgi olmak iddiasını gerçekleştirmek istiyorsa, a priori sentetik yargılardan oluşmalıdır.


Sezgi - Kavram


Sezgi, a priori ve a posteriori bağlam içerir. Duyum, sezginin a posteriori yanıdır; sezginin formunu belirleyen a priori yanı ise, zaman ve mekânın verdiği zemindir. Zaman, iç duyum üzerinden sezgiyi şekillendirirken; mekân, dış duyum üzerinden sezginin koşullarını biçimlendirir. Nesnenin bilgisini olanaklı kılan iki koşul vardır. Birincisi, nesnenin ancak bir görüngü olarak belirmesini, verilmesini sağlayan Sezgi; ikincisi, bu sezgiye karşılık nesnenin düşünülmesini sağlayan Kavram.” (SAE) 

Nesnelerin belirmesini sağlayan ilk koşul sezgi, nesnelerin gerçekliğini, biçimini mümkün kılan zamanda neşet eder. İkinci koşul kavram, sezginin elde ettiği görüngüyü, deneyime dönüştüren salt aklın bağlantısıdır. Herhangi bir deneyim nesnesi, ancak kavramlar aracılığıyla düşünülebilir. Deneyim ile kavramlar arasında zorunlu bağ olmadıkça görüngü, nesne ve bilgisine dönüşemez. 

Görünüşlerin, bilgiye dönüşmesi için salt aklın iki kuvveti sezgi (duyarlılık, seziş) ve anlama yetisinin (kategoriler) uyumlu çalışması gerekir. Kant, sezgi ile anlama yetisinin sınırını belirler. Duyu ile veri, izlenim alınır zaman-mekan formlarının zorunluluğunda algıya taşınır ve sezgiye dönüşür. Sezgiye dönüşen veri, artık görüngüdür; anlama yetisi bu görüngüyü sentezler ve yargıya varır.


Tam-Algı


Ampirik (deneye dayalı) algı; rastlantıya, duyu yanılgısına açıktır. Kant ise, transandantal (deneyüstü) tam-algıyı öne çıkarır. Transandantal tam-algı, kategorilerin tümel ve zorunlu birliğine dayanır. “Transandantal tam-algı, tüm insan bilgisi alanının en üst ilkesidir. Tüm birleşme kavramlarını, önceleyen ve kavramsal olmayan birliktir.” (SAE). 

Tam-algı, sezgiden farklıdır. Sezgi, düşünme ediminden önce meydana gelen veri olmuş, belirmiş tasarımdır. Anlama yetisi, kategoriler aracılığıyla tam-algının a priori birliğini sağlar. “Tasarımların çokluğu olarak sezgi, bulunduğu öznede “Ben düşünüyorum” ile zorunlu bir ilişkiden yoksun ise, sezgi anlamsızdır.” (SAE) “Ben düşünüyorum” tam-algının kendiliğinden ve özgür etkinliğidir. Tam-algının, “ben düşünüyorum” etkinliği ile sezgi, bilgi nesnesine dönüşür. Ben düşünüyorum eylemi, insan canlısının doğa içindeki ayrıcalığıdır.


Anlama Yetisi ve Kategoriler


Bilginin iki kaynağı, akıl ve anlama yetisidir. Kategoriler, görüngü (fenomen) üzerine düşünmenin temelini oluşturan a apriori zorunluluklardır. Kategoriler, sezgide belirmiş görüngüyü; nesneye, bilgiye dönüştürmek için aklın kullandığı düşünme biçimleridir, formlardırlar. “Anlama yetisi, a priori yasalarını doğadan almaz; onları doğaya buyurur.” (SAE) 

Kategoriler, deneyim süreci içinde anlama yetisi ile ortaya çıkarlar. Kant’a göre anlama yetisi (verstand); birbirlerinden ayrı on iki salt formdan, kategoriden oluşur. Duyum ve sezgi içinde ortaya çıkan veriler; içi boş şema olan kavram kategorileri ile dolarak yargıya, bilgiye dönüşür. Dış duyumlara ve iç sezgilere, anlam yüklemek için bekleyen boş kalıplardır kategoriler. Bu nedenle Kant: “Görüsüz kavramlar boş, kavramsız görüler kördür” der. Anlama yetisi, “ben düşünüyorum” ile görüngüler üzerinden sentez yargılara ulaşır.  

Dört temel kategori vardır: Nicelik, Bağlantı, Kiplik, Nitelik. Her kategori, anlama yetisini de belirleyen a priori koşullar içinde üç alt kategoriyi ortaya çıkarır. Nicelik: birlik, bütünlük, çokluk üretir. Bağlantı: öz, nedensellik, karşılıklı olma üretir. Kiplik: olanak, varlık, zorunluluk üretir. Nitelik: gerçeklik, olumsuzlama, sınırlama üretir. 

Nesneleri ayrıştıran, düzenleyen ve bilgi haline getiren evrensel yüklemdir kategoriler. Kant, anlama yetisinin ve kategorilerin sadece görünüşlerle ilintili olduğunu, deney dışına çıkmasının ve kendinde şey’ler (numen) hakkında yargıya varmasının, aklın yanlış kullanımı olduğunu söyler ve ekler “Çünkü kategoriler, yalnızca uzay ve zamandaki sezgilerin birliği ile bağlantı içinde anlam taşırlar.”