Kant: Tanrı, İde, En Yüksek İyi, Ahlak ve Din


İde

İde derken, nesneleri hiçbir deneyde verilemeyecek olan, zorunlu akıl kavramları anlıyorum.” der Kant. Ona göre saf aklın İdeleri, Tanrı, Ölümsüzlük ve Özgürlüktür ve de apriori olarak doğuştan akıldadırlar. İde’nin sonlu insanda gerçekleşmesi, deneyimi imkânsızdır. Tanrının Varlığı, ahlak yasası, erdeme layık mutluluk, son kertede aktüel, gündelik içinde belirmez; İdeal olarak kalır. (Kant Felsefesinin Temelleri üzerine bir başka yazı)

İdeler, saf akılda hiçbir imkânsızlık, çelişme içermedikleri için bilinmeseler dahi, pratik açıdan kabul edilir veya edilmelidir felsefe eyleminde. Ve bu nedenle Tanrı İdesi’ni gerçekliği bir yana, var olup olmadığını kesinlik olarak bilemeyiz, kavrayamayız. Tanrı ve ruhun ölümsüzlüğünün imkânı, pratik akıl için yalnızca zorunlu varsayımdır.

Din ve Kötülük

Din, doğal ve dürtü eğilimlerine bağımlı insanın, ahlak ödevlerini kendi özgürlük ilkesinden değil; Tanrı iradesi ve buyruğu üzerinden pratik etmesidir. Din, insan doğasında bulunan ve ontolojik kötülük sorunsalı üzerine, ahlaki buyruklar verir ve yasa koyar. Fakat doğasındaki kötücül irade karşısında insanın aşkın iradeye yönelmesi; onu kötülük eyleminden uzaklaştırılamaz ve çoğu zaman din yetersizdir. Çünkü insan, akılın iradesi tarafından verilmiş kesin buyrukların sorumluluğunu almadıkça, aklın saf Özgürlük İdesi’ne yönelmedikçe; kötülük, yer değiştirmelerle, kavramların çatışkısı, içgüdü ve duygulanım ile dini yaşam alanı içinde dahi, mümkün ve makul olarak kendini yeniden üretecektir. Saf akıldan gelen Ahlak Yasası ise, evrenselliği içinde ve önsel zorunluluk ile eylemin sonucunu amaç edindiğinde; kişiyi ahlaki eylemin hem öznesi, hem de nesnesi olarak araç kıldığı için başka öznelerin varlığını; iyiliğini gözetmekle yükümlü kılacaktır. Ve böylece, pratik aklın ahlak yasası: “Ben, başkası olandır.der Kant.

Gayeler Krallığı ve Fazilet

Kant'a göre insan, "Kendi başına gayedir" ve akıl sahibi varlıklar, "Gayeler Krallığı” (Kingdom of Ends) kavramını oluşturur. Buradaki krallık ile Kant, “Çeşitli akıl sahibi varlıkların ortak kanunlar vasıtasıyla kurulan sistematik birliğini" anlar. Her akıl sahibi varlık, bu krallığın hem üyesi, hem de kralı olabilir. "Evrensel kanun koyucu olarak bulunduğu ve koyduğu kanunlara kendisi de tabi olduğunda krallığın bir üyesi; kanun koyucu olarak başkasının hiçbir istemesine bağımlı olmadığı zaman da, kral olur". Fazilet ile mutluluk arasındaki ilişki konusunda, antinomi ile karşı karşıya kalırız. Pratik akıl bir taraftan fazilet ile mutluluk arasında zorunlu bir bağ ister. Oysa Fazilet, ne bu hayatta, ne de başka bir hayatta elde edilebilir. Fazilet, hayatta iken kazanılmaz ise, içinde onun kazanılabildiği başka bir hayat olmalıdır. Bu durumda ahlâk kanunu imkânsızı emreder gibi gözükür. Bu problemi Kant, Tanrı’nın Varlığı ile çözmeyi ortaya koyar: “En Yüksek İyiyi gerçekleştirmenin şartı olarak ruhun ölümsüzlüğünü postula olarak koyan ahlâk kanunu; fazilet ile mutluluk arasındaki zorunlu sentetik bir bağın şartı olarak da, Tann'mn varlığını postula olarak koymaktadır. Çünkü Tanrı'nın varlığını varsaymaksızın, En Yüksek Iyi'nin gerçekleşme imkanı yoktur. Ahlâk kanunu, mutlu olmaktan ziyade kendimizi mutluluğa lâyık hale getirmemizi emreder. Ama mutluluğu ümit etmeye; istemesi, yaratıklarının mutluluğa lâyık olmasını isteyen ve mutluluğu onlara verebilecek olan Tanrı vasıtasıyla hak kazanırız. Çünkü mutluluk ümidi, ilkin ancak din ile başlayabilir"


Özgürlük İdesi ve En Yüksek İyi: Tanrı

Özgürlük, deneyim bilgisi değildir. Özgürlük saf akılda belirmiştir ve “Yapmalısın, çünkü yapabilirsin” postulatını vermektedir. Akıl, duyusal koşullar ve dürtüsel maksimler altında kalmadan davranışlarını nesneye yansıtıyorsa; bu saf pratik aklın özerkliğinin ve özgürlüğünün iradeye biçim vermesidir. Duyumların, istek nesnelerinin değil de; özgürlüğün maksimleri tarafından biçimlendiği koşulda, ahlaklılık ortaya çıkar. En Yüksek İyi, saf aklın Özgürlük İdesi’nde var olagelen, ahlak yasasının pratik akıl ile gerçekleşmesinin, aktüel eyleme dönüştürmesinin sağlayıcısıdır ve onu tüm davranışlarımızın son amacı yapmak, Yasadan Doğan Ödev dir ve şöyle der “Öyle eyle ki, senin istemenin maksimi, aynı zamanda genel bir yasamanın ilkesi olarak da geçerli olabilsin.” 

Tanrı, bilgi alanın dışında, ama saf aklın özgürlük idesi sonucunda, düşünce olarak insanda doğuştan belirmiştir. Pratik aklın buyruğundaki Ahlak Yasası, bizi En Yüksek İyi’yi istemeye amaçlandır. En Yüksek İyi, Tanrının varlığıdır. Böylece ahlak yasası, bilgisi belirmese dahi, aklın pratiğinde Tanrının varlığını imkân olarak zorunlu görünür. Özgürlük idesi, Tanrı’nın varlığını ve Kozmosu amaçlar ve ona doğru ilerlemelidir. Özgürlük İdesi’nin akıldaki varlığı, diğer kavramların gerçekliğine zemin verir. Fakat pratik aklın özgürlüğünün, görünür dünya deneyimi her zaman sorunsaldır. Bu sebeple, Kant şöyle der: “Özgürlüğün ne olduğunu bilemeyiz; ama yine de bu ideye göre davranmamız gerekir; çünkü idenin yansıması ile hareket ettiğine göre insan özgürdür.” Ve şöyle devam eder: Özgürlüğün kendisine mutluluk denemez. Çünkü o, bir duygunun pozitif olarak katılmasına bağlı değildir; Kutsallık da değildir tam olarak, çünkü eğilim ve ihtiyaçlarımızdan tam bağımsız olmayı içermez.  Ama yine de en azından iradeyi belirlemesi ve duyumların etkisinden kendini uzak tutabilmesi bakımından, kutsallığa yakındır.

En Yüksek İyi, Tanrı, iki farklı anlamı taşıyabilir; En Üstün (Supremum) veya En Yetkin (Consummatum) olandır. En üstün, kendi koşulsuz olan koşuldur; en yetkin, bütünün parçası olmayan daha büyük bütündür. En yüksek İyi’ye erişilme gayesinin fenomenler dünyasında imkânsız olmasının yarattığı çelişkiyi çözmek için Pratik akıl,  akıl edilebilir ve akılda doğuştanlıkla var olan Tanrı İdesi ile iradesini tamamlamak, yasa koyutlamak zorundadır.

Tanrı’nın varlığının kabulü, pratik aklın kullanımın sonucu değildir, sonulu varlık için ihtiyaçtır ve “Umut, ilkin ancak din ile başlayabilir.” En Yüksek İyi’nin varlığını ve iyi niyeti mümkün kılan koyutlaması şudur Kant’ın: “Öyleyse en yüksek iyi için var sayılması gereken, doğanın en üstün nedeni, anlama ve irade aracılığıyla doğanın nedeni, bunun sonucu olarak da yaratıcısı olan bir varlık, yani Tanrı dır. Sonuç olarak en yüksek türetilmiş iyinin, en iyi dünyanın imkanlılığının koyutu, aynı zamanda en yüksek asli bir iyinin gerçekliğinin, yani Tanrı’nın varlığının koyutudur.” 

Kant'ın ahlâk felsefesinin merkezinde, Tanrı değil; pratik akıl ile insan bulunur. Ama, pratik akıl düzleminde Kant'ın ahlâkı, insanı ümitsizliğe düşürmektedir. Çünkü, Tanrı'ya inanmayan bir insan için, En Yüksek İyi’nin gerçekliği, pratik ve fikri zeminde yoktur. Bu çelişki karşısında Kant, yaşam pratiği alanında çıkış için metafizik olarak Tanrı kavramına bağlanır, Tanrı’yı umar. Çünkü, En Yüksek İyi’yi pratik olarak zorunlu kılacak ancak ve sadece Tanrı dır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder