Türklerde Tanrı (Tengri) İnancı ve Türk Destanları




Gök Tanrı: Kök Tengri

Asyatik Türklerin inancı, tek Tanrı Kök Tengri (Gök Tanrı) idi. Kök kelimesi, öz Türkçe’de yüce ve kutsal olanı işaret eder. Tengri, Türkiye Türkçesindeki Tanrı sözcüğünün öz Türkçesidir. Bu anlamda Kök Tengri, yüce Tanrı dır. Orhun Yazıtları’nda ilk çözülen kelime, Tengri dir. Türklere göre, kozmos’u yaratan ve âleme nizam veren mutlak Varlık, Kök Tengri dir. O, ezeli ve ebedi olandır ve Gök Tanrı olarak gökyüzünün üstündedir. Tengri, beşeri varlıklara yansımaz, görülemez ve put olmamıştır. Tengri, parthenon (tanrılar soyağacı) içermez; çünkü tektir.


Avcı-göçer bozkır kavimlerinde doğa şartları, yaşamak için çok daha elzem ve kutsala içkin olması sebep ile, Türk inancına göre âlemin düzeni Tengri’ye bağlıydı. Eğer boyların düzeni bozulursa, Tengri'ye sunulan adak ile kutsalın yeniden izzeti beklenirdi. Bu niyetle, yüksek alanlarda, dağlarda evreni ve Türk boylarını ayakta tutan Tengri’ye adanan kurbanlar, çoğunlukla at ve boğa idi. Tengri inancında, yeryüzünden ayrı “Gök Âlemi” ve “Yeraltı Âlemi” vardı. Âlemler arasındaki bağlantı, dünyanın merkezinde duran "Dünyalar Ağacı" idi. Orta Asya ve Sibirya bozkırlarından, Hindu-Çin ve Mezopotamya havzasına kadar geniş coğrafyada binlerce yıllık konar-göçer yaşamları ile Türkler, hem tek tanrı inancı ile yaşamış, hem de Uygur ve Altay Türklerinde olduğu gibi Budist ve Şamanist etkileri de içinde taşımıştır.



Türklerde Şamanizm Var Mıydı?

Şamanizm bir din olmaktan ziyade, totemik-animalist inanç ritüelleridir ve eski Türk aşiretlerinin bazılarında görülür. Şamanik inanç, ölülerle ruhsal temasa geçme, esrime ve büyü gibi farklı eylemleriyle dünyanın birçok noktasında vardır. Bu bağlam da, Türk, Moğol hatta Avustralya Aborjin ve Afrika Bushman klanları gibi kültür sahası modern dünyadan muaf bölgelerde, benzer içeriklerle fakat atipik kültler ile görülmüştür. Ruhsal ve fiziksel güçleri olduğuna inanılan Şaman, üyesi olduğu cemaatin hem şifa veren doktoru, hem esrime-dans ve deliryum etkisi ile vizyon sunan kişisi, hem de ruhlar âlemi ile klan insanları arasında rabıtayı sağlayan kişidir.

Altay Türkleri ile birlikte Tengri inancı,  çok tanrıcılığa evrilir. Çok tanrıcılık ile ortaya çıkan tanrı Ülgen, Umay, Erlig; Tengri'nin melekleri olarak kabul edilebilir. Tengri inancında Kaan, kut sahibidir (Tengri’nin elçisi) ve onun yeryüzündeki temsilcisidir. Kut bağı ile Kaanı din değiştiren boyların inancını değiştirdiği görülür Türk tarihinde. Uygurlar, hükümdar Bögü Kaan kararı ile Mani dinini kabulü edip, yerleşik hayata geçer. Oğuzların İslamiyet’e geçtikleri dönemde ortaya çıkan Dede Korkut Hikayelerin’de, Allah'ın adı “Allah Tengri” diye geçer.


Kök Türklerin, şamanist inanca sahip olduğu genellemesi; misyoner amaçlarla Asyatik kavimleri inceleyen Batılı tarihçilerin, etnologların; özellikle Altay Türklerinde görülen Şamanist ritüelleri, diğer Türk boylarına indirgemesidir ve benzer hatayı, belki de dönemi içinde yeterli bilgi ve bulguya sahip olmadan Türkçülük çalışmaları yapan Ziya Gökalp’te dile getirmiştir. Şamanistlik törenleri içinde barındıran, hatta çok tanrılı inanç kültlerinin de vuku bulduğu, melezleşen Tengri inancı, geniş zaman ve mekân içinde bazı kök Türk boylarında görülse dahi; birçoğu, İslamiyet öncesine kadar Tengri inancını korumuş, hatta Kur’an’ın tek tanrı (Tevhid) ilkesi ile İslamiyeti seçtikten sonra bile İsralliyat içeren fıkıh ve mezhep hareketleri sonrası, sadece Tevhid kaidesi etrafında Tengri ile Allah (C.C.) birliği benzerliğinde iman eden boylar olmuştur.


Türk Yaratılış Efsaneleri 


Bozkurt Destanı

En eski destanlarından Bozkurt Destanı, tarihteki birçok Türk boyunun söylencesi olur. Destana göre, Türkler düşmanları tarafından tamamen yok edilir. Geriye sadece iki çocuk sağ kalır. Tengri'nin gönderdiği kutsal bir dişi bozkurt (Asena) çocukları korur, besler ve büyütür. Sonra Asena, çocukların birinden gebe kalır ve on çocuk doğurur. Bu on çocuk, gelecekteki Türk boylarının Kaanı olur ve on boy dünyaya yayılır. Destanın bir kısmı yazıya geçer ve zaman içinde değişime uğrar.


Ergenekon Destanı

Ergenekon, Bozkurt Destanı’nın devamıdır. Ergenekon Destanı’nda Türkler (Köktürkler ve Moğollar), büyük bir yenilgiye uğradıktan sonra göç etmek zorunda kalırlar. Yolculuk içinde yollarını bilmeyen millete, Tanrı Tengri, kutsal bir bozkurt (Asena) gönderir. Asena, Türklere kılavuzluk eder ve onları etrafı dağlarla çevrili olan verimli ve büyük bir ovaya götürür. Zaman içinde Türkler, çoğalır ve ovaya sığmaz olurlar. Tekrar kutsal dişi bozkurt Asena ortaya çıkar ve Türklerin etraflarını çeviren dağlardan birinin maden olduğunu gösterir. Asena’nın bilgeliği ile Türkler demircilik yapıp, dağı eritirler ve Ergenekon Vadisi’nden çıkarlar. Ovadan çıkan Türkler, tekrar bozkırlara yayılırlar ve hâkimiyetlerini ilan ederler. 

 


Altay Yaratılış Destanı: Kayra Han, Erlig ve Ülgen


Altay Dağları bölgesinde oluşan Yaradılış Destanı, zaman içinde diğer Asyatik kavimlere yayılır. Kök Tengri, Altay Türklerinde Kayra Han adını alır. Kayra sözcüğü lütuf, ihsan demektir. Kayra Han, Altayların yaratılış efsanesinde yaratan Ana ve Ata dır. Tanrı Erlig, şeytandır ve yeraltının hâkimidir. Kayra Han, dünyanın tüm işleyişini tanrı Ülgen’e bırakıp göğün 17. katına çekilmiştir. Toprağın hakimi, tanrıça Umay dır. Umay, doğurganlığı ve bereketi simgeler; doğacak çocukları seçer. Tarihsel süreçte Altay Türklerin içinde çok tanrıcılık ortaya çıksa da Tanrı Ülgen, Tengri değildir. Tengri, transandantal mutlak varlığını korur. Altay Yaratılış Destanı’nda başlangıçta, her yer suyla kaplıdır.

Her şeyden önce su vardı. Yer, ay, gök, güneş yoktu. Sadece Tanrı Kayra Han vardı, ancak yalnızdı.
Varlıkların başlangıcı ve insanoğullarının ilk atası, Kayra Han, su âleminde yalnızlık içinde düşünürken suda bir dalga belirdi. Sudan gelen bir ses, ona "yarat" dedi. O da kendi gibi birini yarattı ve ona, Kişi dedi.
Kayra Han ile Kişi, sonsuz suyun semasında uçmaya koyuldular. Fakat Kişi bundan memnun olmadı, değişiklik aradı. İlk olarak kendisini yaratandan daha yüksekte uçmaya kalktı. Onun bu duygusunu sezen Tanrı Kayra Han, Kişi’den uçma gücünü aldı.
Tanrı Kayra Han, dünyayı yaratmayı düşündü ve Kişi’ye suyun dibine dalıp bir avuç toprak çıkarmayı emretti. Fakat Kişi, toprağın bir kısmının ağzına saklayarak ileride kendisi için gizli bir dünyayı yaratmayı düşündü. Tanrı Kayra Han, toprağa "Büyü!" emrini verdi. Bu toprak, Dünya oldu.
Kişi'nin ağzından dökülen ıslak toprak, dünyaya fırlayarak yeryüzünü bataklıklar ve tepeciklerle örttü. Buna çok kızan Tanrı, Kişi’yi kendi ışık aleminden kovdu ve ona şeytan, 'Erlig' adını verdi.
Tanrı sonra yerden dokuz dallı bir ağaç bitirerek, her dalın altında ayrı bir “İnsan” yarattı. Bunlar, dünyadaki dokuz ayrı insan cinsinin ataları oldular.
Erlig, insanları kıskandı ve Kayra Han'dan onları kendisine vermesini istedi. Tanrı buna razı olmadı. Fakat Erlig, onları kötülüğe sürükleyerek, kendine çekmeyi biliyordu. Kayra Han, şeytan kapılan insanların bu akılsızlığına kızarak onları kendi hallerine bıraktı ve Erlig'i yeniden lanetleyerek toprak altındaki karanlıklar dünyasının üçüncü katına sürdü.
Tanrı Kayra Han, kendisi içinde göğün onyedinci katında bir âlem yaratarak oraya çekildi. Yarattığı insanları büsbütün yalnız bırakmamak için de onlara doğru yolu gösterecek Ülgen’i gönderdi.
Tanrı Kayra Han, şimdi, on yedinci kat gök'den kâinatı idare etmektedir.





 

Dünya’nın Doğuşu ve Yaradılış Destanları

Dünya yaratılış mitleri, çoğunlukla bir bütünün ikiye ayrışmasını anlatır. Yaratılış efsanelerinde, ekseriyetle başlangıçtaki Yaratıcı, tek değildir; tekliği içinde ikiliği taşır.  Kaos ayrışmazlıktır ve kendi ikiliğinde kozmosu kendi içinden zuhur eder.Kaos hareketi başlatır; sonra Kozmos düzeni kurar. Yaradılışın doğuşu, çoğunlukla bir cinayet, kurban, kan dökümü ile başlar.  Yaratılış efsaneleri ikiye ayrılır: Tanrıların Yaradılışı (Thegonia) ve Evrenin Yaradılışı (Cosmogonia) Yazılı ilk örnek, Mezopotamya’daki Babil yaratılış destanı Enüma Eliş (Vaktiyle Yukarda) dir.

Enûma Eliş

Gökler yoktu bir zamanlar
Yeryüzü yoktu, yükseklik ve derinlik
İsim yoktu, toprak altında Apsu vardı yalnız.
İlk yaratıcı olan tatlı su.
Birde acı su Taimat vardı.
Birde döl yatağına dönen Mummu
O zaman Tanrılar yoktu daha.
Birbirine karışmıştı tatlıyla acı
Örgülü kamışlar birleşmemişti henüz
Suları bulandırmıyordu sazlar
Tanrıların adı yoktu, doğası yoktu
Geleceği yoktu, işte o vakit
Sürüklenip gelmiş çamurlarla dolu suda
Apsu'dan Tiamat'tan ansızın
Tanrılar yaratıldı.

Çamurdan doğan Lahmu ile Lahamu
Daha genceciktiler boyları uzmamıştı.
Göklerin ufku Anşar ile yeryüzü ufku Kişar
Onlara baskın çıktılar,
Uzadı göğün ve yerin çizgileri.
Ufukta bulutlar çamurlardan ayrıldı.
Günler günleri kovaladı, yıllar yılları.
Boş gök ulu tanrı EA'yı doğurdu kendi başına.
EA, göğün ufkundan daha geniş bir akıl
Benzerlerinden kat kat güçlü.


Sonra tanrı Marduk ortaya çıkar ve EA'ya "insanı yaratmak” istediğini söyler:

Kanı kanla birleştireceğim
Kanı kemikle
Bir şey yaratacağım, benzeri görülmemiş
Adı İnsan olacak
İlk insanı yaratıyorum

Sümer inanışının bir başka yaratılış anlatısı Inanna’nın Ölüler Diyarına İnişi” adlı şiir biçimdeki bulgudur. Tabletlere yazılmış efsanede, tanrıça Inanna (İştar) ile kocası tanrı Tammuz anlatılır. Bitkiler tanrısı Tammuz ile bereket, savaş ve aşk tanrısı İştar ile mutlu bir yaşam sürmektedir. Birgün, Tammuz yaban domuzunun saldırısına uğrar ve ölür. Tammuz'un ölümü tüm doğayı yasa boğar ve bitkiler yeşermez, kuralık başlar. Kocasının ölümüne çok üzülen tanrıça İştar, onu kurtarıp tekrar gün ışığına çıkarır. Ancak bu dönüşün bir bedeli vardır. Tammuz, her yıl kısa bir süre için tekrar cehenneme dönmek zorundadır. Böylece ölüm-yaşam döngüsünde, mevsimler birbirini izleyecek ve doğa, ölüp yeniden dirilecektir.

Gılgamış Destanı

Mezopotamya yaratılış ve kuruluş anlatılarının karışımıdır Gılgamış Destanı. Akad dilinde yazılır, ilk ortaya çıkışı M.Ö. 2000’li yıllardır. Tanrı kral Gılgameş ile çobanların kralı güçlü Enkidu arasındaki ilk önce düşmanlık ve mücadele ile başlayan, zaman içinde büyük bir dostluğa dönüşen macera anlatılır destanda. Tanrıça İştar, cesareti ve gücü ile ünlenen yarı tanrı Gılgameş'i beğenir ve ama Gılgameş onu kabul etmez. Gılgameş'e kızan İştar, tanrı Anum'dan onu cezalandırmasını ister. Anum, İştar’ın isteği kabul ederek, göksel bir boğa yaratır. Bu azgın boğa çok güçlüdür ama Gılgameş onu da öldürür. Bir zaman sonra Enduku hastalanır ve ölür. Dostu Enduku’nin ölümü, Gılgameş'i çok etkiler, düşüncelere dalar. Gılgameş ölümsüzlüğü aramaya başlar.

Gılgameş, dedelerinden birinin Tufan’dan sonra tanrılar tarafından ölümsüzlüğe kavuşturulduğunu duymuştur ve dedesini bulmak için yolculuğa çıkar. Uzun bir yolculuktan sonra dedesinin ülkesine varır. Ölümsüzlüğün gizemini soran Gılgameş'e dedesi kendi dedesinin sözünü iletir: “Denizlerin dibinde yetişen büyülü bir ot vardır. Eğer bu otu bulup yiyecek olursan sen de ölümsüzlüğe kavuşursun." Bu sözü duyan Gılgameş, dedesinin kaptanı ile yola koyulur. Denize açılırlar, bir süre sonra Gılgameş, “ölümsüzlük otunu” bulur ve bir tutam alıp, kıyaya döner. Mutluluk içindeki Gılgameş kıyıya vardığından dinlenmek ister ve uyur. O uyurken, bir yılan gelir ve ölümsüzlük otunu yer. Gılgameş, ölümsüzlüğü kaybeder.

Mısır’da Yaratılış

Mısır yaratılış inancına göre başlangıçta dünya, su ve bataklıktır. Sonra sular alçalır ve ortaya bir Ada çıkar. Bu adada bir kurbağa, birkaç yılan ve bir de yumurta vardır. Yumurtadan bir kaz çıkar ve uçmaya başlar. Bu kaz, kılık değiştirmiş RA dır. Var olan her şeyi yaratan Tanrı Ptah dır. Yeryüzü tanrısı Gebb ile gökyüzü tanrısı Hathor’un iki kızı, iki oğlu olur. Erkeklerin ismi Osiris ile Seth, kızlar ise İsis ve Neft dir. Osiris ile İsis, Seth ile Neft kardeşler olarak evlenirler. Tanrı Gebb yeryüzünün yönetimini Osiris'e verir. Osiris’in başarısını kıskanan Seth, onu öldürür. Seth, Osiris’in vücudunu on dört parçaya ayırarak Mısır'ın çeşitli yerlerine gömer. İsis daha sonra kocası Osiris’in parçalarını toparlayarak, tanrıların yardımıyla onu tekrar hayata döndürür. Osiris, ölülerin ve bütün doğan şeylerin koruyucusu ve simgesidir. Seth ise, kötülük ve yıkımın simgesidir. Osiris ile Seth’in mücadelesi iyi ve kötünün savaşımını sembolize eder.  Zaman içinde birçok görünüm ile ortaya çıktığına inanılan Hermes, hem bilgeliğin hem de gizliliğin sembolüdür. Gizli ve saklanmış anlamına gelen Hermetik sözcüğü Batı dillerine, Mısır’dan geçer. Mısır Hermes kültü hala gizliliğini korur. Bugün, kadim Mısır inançları hakkındaki bilgi, Mısır Ölüler Kitabı’na dayanır.

Hint Yaratılış İnanışı Veda

Hint yaratılış söylencesinin ilk katmanı Veda’lar dönemidir. Veda, bilgi demektir; Veda'ların en eskisi Rig Veda’dır, daha sonra Atharva Veda gelmiştir. Rig Veda’da yaratılış şöyle anlatılır:Ne varlık, ne de yokluk vardı, yukarısı ne uzak, ne de gökyüzü vardı. Hareket eden neydi? Nerede ve kimin yönetiminde? Derin, dipsiz Sumu vardı. O zaman, ne ölüm, ne ölümsüzlük, ne de geceyi gündüzden ayıracak bir belirti vardı. Bir, nefes almadan soluyordu, kendiliğinden hareketliydi, ötesinde hiçbir şey mevcut değildi. Başlangıçta karanlıklar, karanlıkları örtüyordu. Boşlukta hapis olan Bir, sıcaklığın gücü ile vücut buldu.

Brahma, Vişnu, Şiva

Destanlar dönemi ile birlikte din, Hint coğrafyasında tüm yaşama hâkim olur. Doğa, her şeyi ile tanrısal niteliğe bürünür; doğa, biçimi olmayan soyut tanrının gerçeğidir; tanrının doğadaki gerçekliğine Brahman denir. Brahman, kozmos içinde insana üç ayrı biçimde görünür. Brahman’ın üç görünümü, üç tanrı ile adlandırılır: Brahma, Vişnu, Şiva. Brahma yaratıcıdır, varlığı doğurur. Vişnu, gelişmeyi ve varoluşu sürdürür. Şiva, hiçliğin içinde varlığa dönüşümü sağlar.

Mahabarata Destanı

Hint dünyasının iki büyük destanı olur. Bunlar, M.Ö. 800 yıllarda ortaya çıkan Mahabaharata ve Ramayana destanıdır. Mahabarata, dünyanın en uzun şiiridir ve yüz binden fazla kıtadan oluşur.  Mahabharata, birçok anlamı olmakla birlikte "İnsanlığın Büyük Öyküsü" demektir. Bugün, hala Hindistan'daki günlük yaşamı ve ahlakı şekillendirir. Hindu inanışa göre; Mahabarata'da olmayan şey, hiçbir yerde yoktur. Destan, insanın ölüm korkusu, tanrıların bilinmeyen etkileri ve tanrıların yaşama duyarsızlığı gibi çok ontik konuyu manzume-hikâye biçiminde anlatır. Ramayana Destanı ise, Kral Rana'nın (Vişnu) yaşamı ve kahramanlıklarını anlatır.

Mayalar ve Popol-Vuh
Mayalar’ın yaratılış ve kutsal kitabı Popol-Vuh dur. Kitap, insanlık tarihinin en eski mitik kaynaklarından biridir. Popol-Vuh metinlerinin ezoterik ve özgün dili, günümüz düşüncesine belli oranda kapalıdır. Popol-Vuh'da yaratılış, dört aşamadan oluşur. Gezegenler ve yıldızlar, kozmos içinde sarmal varoluş ile dünyanın düzenini simgeler. Kozmik zaman içinde devler, uzun süre savaşmıştır. Mayalar’ın inandığı yaratıcı Tanrının simgesi yoktur; çünkü kozmosta değildir. Görünmeyen tanrının adı Hunab Ku dur. Her şeyi yaratan Hunab Ku’dur ama dünyaya bedensizdir ve ona put yapılamaz.

Karanlığın Sol Eli ve Dijital Distopya


Karanlığın Sol Eli

U. Guin’in anlatısı 1960’lara kadarki B-K anlatılarını bozguna uğratır, devrimci imgelemdir. Cinsiyet (gender) olmadan ve veya androjen (çift cinsiyetli) insanların olduğu bir gezegeni anlatır. Gezegende hep kış mevsimi yaşandığı için Gethen (Kış) dir.

Gezegen insanı, yılın belli dönemlerinde hormonal durumlarına göre, erkek ya da kadın olur. Önceki döngüde erkek kişi, sonraki döngüde kadın olup, çiftleşip anne olur. Gethen’de cinsel stabil kimlik olmadığı için tek eşlilik yoktur, cinsel dönüşüm sonucu, radikal hedef sağlanmıştır: eril dil ve eko-politiği oluşamaz. Bir gün Gethen’e uzaydan bir erkek elçi gelir ve onları gezegenler birliğine davet eder. Elçi, Gethen’i anlamayı ve yaşamayı beceremez.

Gethen geleceğin, projelerin ve tutkuların değil; mevcut ve şimdinin elzem olduğu uzayda bir dünyadır. Gethen halkı ve danışma kurulu, bilimsel ve teknik ilerlemeye kapalıdır; tekno akıl, oligark aygıtları yaratır, insanının otantikliğini yok eder çünkü.

 

Dijital Distopya

2. Dünya Savaşı sonrası, ikircikli ütopya, distopya anlatılar gelir. B-K’daki iyimser tekno dünya yerini kaotik sosyal düzenlere bırakır. 1980’lerde distopik anlatılar, biçim ve içerik değişime uğrar, ilk yetkin örneği, P. Dick’in ‘Android’ler Elektrikli Koyun Düşler Mi?’ anlatısı, yapay zekâ, cyborg, kimlik avcılığı, tekno bağımlık, makine-insan ve yönetici-tekno şirketler ağı gibi temalarla Dijital Distopya anlatılarına zemin olur. B-K’nın karamsar fütüristtik dünyasına angaje olan W. Gibson’un ‘Neuromancer‘ eser ile Siberalem dünya kurgulanır.

İnsanı determine eden ekonomiden önce mekân algısında denetim kılan mimari yapılanmadır. Mekân, kişilik gelişimi belirler. Dijital dünyada artık, ulus devletler, uluslararası kurumlar yoktur; yeni oligarklar, bürokratik-rasyonalitede gelişkin tekno akıl sahibi büyük şirketlerdir. Şirketler, kaosu hedefler insanlık için; tekno akıl ve ekonomik devamlılık adına insan beden bütünlüğü, ham maddedir; hem tüketici hem de tükenendir.

Ekonomi artık, kayıtdışı ile gelişir. Karaborsa, çok daha neo-liberal ekonominin temel enstrümanıdır. Dijital ütopyalarda, insan bilinci duygu körelmesi içinde, siber mekândaki zeminsiz dizgesine oturmuştur. Hayal ve ihtiyaçlar kişinin değil, şartlı reflekslerinin sonucudur. İnsanın yaşam alanı artık topos değil, siber uzay mekânlardır. Gerçek, artık Simülasyon, hiper-gerçeklik olagelir. Simüle etmek “sahip olunmayan bir şeye sahipmişsin gibi davranmak” der J. Baudrillard. Bedeni ikili işleme tabi insan, kimlik ve otantik potansiyelini, ihtiyacını duymayacak şekilde kaybeder. Kaos, düzen iyidir yine de.