Cinselliğin Kontrolü ve Totaliter Yapı


Çocuk,  Oidipal Travma, Beş Duyu  ve Dürtü

Dil öncesi bebek, sadece anne ile ilişki yaşar. Dünyayı kendi bütünlüğü ile duyumsayan bebek, memeden kesilme ve tuvalet terbiyesi öncesi sadece anneye yönelmek ister. Baba, ancak memeden kesilme ve tuvalet terbiyesi ile çocuğun yaşamına gerçeklik olarak girer. Çocuk için babanın varlığının anlaşılması, annesi ile arasında bir başka insanının var olduğunu öğrenmesi, dil sembolizasyonu ve pratiği ile gerçekleşir. Oidipal travma, bebeğinin sadece kendisine ait olduğunu sandığı annesinin yaşamında, bir başka erkeğin ve fenomenler dünyasının olduğunu öğrenmesidir. Dil, öğrenme ve oidipal travma sonrasında artık çocuk, anne ile bir bütün olmadığını kabullenmek ve karşılaştığı fenomenler ile büyümek zorundadır. 

İnsan, bebeklik döneminde annesi ile yaşadığı “beş duyu” organını içine alan bütünlüklü ilişkisinin benzerini tüm yaşamı boyunca arzular. İnsanın beş duyu ile bebeklikte yaşanmış “geçmiş” ilişkiyi, yeniden kurgulamak veya gerçekleştirmek arzusuna çoğunlukla “aşk” denmiştir. Çocukluk döneminde yaşanan yasaklamalar ve eğitim sonucunda içgüdüler farklılaşır ve çeşitli dürtüsel nesne seçimleri gelişir. Yasaklama ve engelleme olmadıkça, içgüdülerin kılık değiştirmesi olan dürtüsel zenginlik ve arzular oluşmaz, hayal ve imajinasyon ortaya çıkmaz. Arzu, yasaklara karşı oluşur.


Cinselliğin Kontrolü ve Eğitim

Ütopya “cinsel yaşam nasıl olacak ve kontrol edilecek?” sorusuna cevap aradığı için, aslında bir başka cinsel yaşamın yeniden inşasını hedefler. Platon, “Devlet” adlı eserinde devletin ve yurttaşlığın devamlılığı adına tek eşli cinselliği savunur. Birçok ütopik metinde, eğitim ile birlikte sistemin devamlılığının sağlanması için cinsel yaşamın düzenlenmesi gerektiği düşünülmüştür. Amaçlanan hedef doğrultusunda eğitim, gençlerin ve bireylerin gelişimi için sıkı biçimde denetlenir. Çocuk, erken yaşta ailesinden alınarak kamusal fayda ve amaçlar doğrultusunda beden ve zihin eğitimine tabi tutulur. Cinsellik, sadece üreme eylemi olarak kabul etmiştir.

Ütopyalar için kitlelerin zihnini kontrol etmek, bedeni kontrol altına almaktan geçtiği için farklı cinsel kimlikler sağlıksız olarak tanımlanır veya yasaklanır. Bunun yanında post-modern ütopyalar ile birlikte cinsellik, yaşamın yeniden düzenlenmesi için temel sorunsal olmuştur. 1960’lı yıllardan itibaren üretilen bazı ütopik metinler, örneğin Mülksüzler, insanların cinsel kimliğini ve yaşama biçimlerini regüle etmeyi amaçlamaz, kapsayıcıdırlar.

Tasvir, Tatmin ve Totaliter

Ütopya hedeflediği “ideal yaşam” kurgusunu anlaşılır kılmak için çeşitli tasvirler kullanmak zorundadır. Tasvirler aracılığı ile ihtiyaç ve imge arayışlarımıza cevap verir. Özellikle modern ütopyalar için tasvir, eko-politik dünyayı algılamak ve dönüştürmek için proje anlatısına dönüşmüştür. Ütopya metinleri varoluşçudur, ontik olana karşı verilen bir mücadeledir. Ütopya, ontik yoksunluk içindeki insanların, yaşamı ve gündelik hayatı anlamlandırma ihtiyacının tatmin edilmesidir. Tüm ütopyalar, dürtüsel bir heyecan ve tatmin ihtiyacının sonucunda hayal edilir.

Ütopya için gerekli ilk şey, özgürlükten vazgeçmektir. Alt ve üst yapı düzenlemeleriyle bireyin tek tipleştirilmesi amaçlanır. Ütopyalar dünyasında her şey, her şeye bağlıdır. Yaşlılara, sakatlara, psikozlulara ve en nihayetinde farklı olan insanlara ve de yaşama biçimlerine yer yoktur. Ütopya dünyayı topyekûn değiştirme arzusuyla hareket ettiği, gerçekliği tamamlamayı amaçladığı ve devamlılığı hedeflediği için aynı zamanda totaliterdir.

Lepra - Müşir Fuat


Topu arsaya kaçmış bir çocuk gibi karşındayım, benim
Ağzımda şekere benzer
Dualar ederim

Tatlı, yapışkan
Çabuk biten
Diş çürüten

Hafriyat çamurundan telsiz yapan
Bir çocuk olarak karşındayım, benim
Kirlenen ellerimle bile
Seni özleyebilirim

Küçük, uzak
Özensiz

Bulduğu her parayla bakkala koşan
Bir çocuk olarak karşındayım, benim
Aldığım en büyük hazzı
Seninle paylaşabilirim

İçi içe ve yüksek
Hızlı ve gergin kolay, eşsiz

Çayını açık içen
Bir çocuk olarak karşındayım, benim
Büyüklere görünmeden
Bir sigara içebilirim

Seninle ya da sensiz
Öksürüklerle
Düzensiz

Okumaya erken başlayan
Bir çocuk olarak karşındayım, benim
Bu zeki gözlerimle
Seni öpebilirim

Titrek ve ışıltılı
Dalgın ve unutkan
Bedelsiz

Basamakları atlayarak çıkan
Bir çocuk olarak karşındayım, benim
Dengemi kaybedersem
Sana düşebilirim

Sağlıksız ve korkulu
Çekingen, kırık dolu
Sahipsiz


Kelimeleri yutarak konuşan
Bir çocuk olarak karşındayım, benim
Ağzımı tamamlayabilirsen
Çok teşekkür ederim

Müşir Fuat

Sosyalist Ütopyacılar ve Paris Komünü


Ulus ve Millet

Ulus kavramı, Fransız İhtilali sonrası etkisini gösteren “nation” (doğmuş olunan yer) kelimesine dayanmaktadır. Ulus kavramına göre nerede doğdu iseniz, o toprağın vatandaşsınızdır. Ulus, doğduğu toprakların vatandaşı olan tüm halkları kapsamaktadır ama herhangi bir  "ulus devlet" içinde farklı etnik yapıların olması sebebiyle bu kavram, her zaman politik ve ekonomik sorunlar yaratmıştır. Millet kavramı ise, daha çok dini kökenleri tanımlar. Ulus, yurt ortaklığı üzerine kurulu iken; millet, din ortaklığı üzerinden insanları bütünleştirmeyi amaçlar.

Ulus-devlet yaratma projesi, kısmi bir ütopyadır. Ulus kavramı, hayali olarak yaratılır (imajinasyon) ve gerçeklik ile bağlantılı kılınıp, ütopya yapılmaya çalışılır. Ulus-devlet projeleri çoğunlukla; geçmişteki parlak bir zamana (Altın Çağ) dair özlemi ve kutsallığı hedef alır. Ulusların kurguladığı altın çağ, büyük oranda destanlara ve mitlere dayanmaktadır. Bu arkaik tarih ve türeyiş anlatıları içinde kısmi gerçeklik zemini olsa da çoğunlukla mitlere dayanır.

Yeni Kıtadaki Sosyalist Ütopyacılar

19. yüzyılda yaşanan ekonomik ve teknik gelişmeler, insanları ütopik yaşam alanları üretmeye sevk etmişti. Bu dönem içinde Robert Owen, Joseph Proudhon, Henri de Saint-Simon’un düşüncelerinden etkilenmiş olan sosyalist ütopyacılar, İngiltere'de ve yeni kıta Amerika’da eyleme geçtiler. Ve Amerika’da şehirler kurdular. Monogamik evliliği kaldırdılar, komün ekonomisi pratiklerini belli oranda gerçekleştirdiler. Sosyalist ütopyacılar, hedeflerini gerçekleştirmek için Amerikan yerli halkına soykırım dahi uyguladılar. Bu ütopya şehirleri, yaklaşık yüzyıla yakın varlıklarını sürdürmelerine rağmen zaman içinde yeterliliklerini kaybedip, Amerika’nın yeni oluşan eko-politik düzenine dahil oldular ve amaçlarına ulaşmadılar.

1871 Paris Komünü ve Gerçekleşmiş Ütopya

Paris Komünü, 1871 yılının bahar aylarında gerçekleşmiş ve 70 gün sürmüştür. Fransa’da 3. Napolyon cumhurbaşkanı seçilir ve Prusya’ya savaş açar. Prusya’nın başında, kutsal Roma-Germen imparatorluğunu yeniden kurmayı isteyen Bismarck vardır. Fransa savaşı kaybeder ve Prusya askerleri Paris’i işgal eder. 3. Napolyon şehri terk eder ve yeni hükümet (Ulusal Meclis) kurulur. Yeni Fransız hükümeti, Paris’in teslim olmasına karar verir ama Paris halkı, bu işgali kabul etmez. Paris halkı, tarihte görülmedik biçimde birleşir ve “Ulusal Muhafızlar” birliğini oluşturur. İşçiler ile milisler bir araya gelir, barikatlar kurulur. Paris halkı, Prusya birliklerine karşı altı ay boyunca direnir. Halkın direnişi sonucu, Prusya ordusu ilerleyemez. Halk yeni hükümeti kabul etmeyip, kendi komün hükümetini ve halk komitesini kurar. Ve şehir yaşamı yeniden düzenlenir.

Paris Komünü, 1871 baharı boyunca iki aydan fazla iktidarda kalmış “halk yönetimi” olmuştur. Çoğunluk sistemi ile doğrudan seçimler yapılmış, yöneticiler seçilmiş, işçiler üretim kararlarını ortak almış ve üretim araçları kamusallaştırılmıştır. Paris Komünü karşısında çaresiz kalan Versailles’daki Fransız hükümeti, Prusya devleti ile anlaşır ve ellerindeki 130 bin esir Fransız askerini geri alır. Hükümet bu askerleri, iç savaşta halinde olduğu Paris Komünü’nü yıkmak için kullanılır. Paris’e giren Hükümet askerleri ile Komün milisleri savaşır. “Kanlı Hafta” olarak anılan günlerde, sayı ve silah olarak Ulusal Meclis ordusu karşında zayıf olan Paris Komünü yenilir. Paris Komünü direnişi sırasında idamlarla birlikte yaklaşık 50 bin insan öldürülür. Paris Komünü, kısa süreli de olsa gerçekleşmiş ütopyadır.

Kral Oedipus ve Oedipus Kolonos'ta


Sokrates, Platon ve İdea Öğretisi

Sokrates’in Atina’ya geldiği dönem içinde tragedya yazımı sona ermişti. Sokrates’ın öğrencisi Platon, “Sokrates’in Savunması” adlı eseri ile tragedya çağını bitirmiş, felsefe dönemini başlatmıştır. Platon’un “idea öğretisi”nde insan, akıl ile ideaların özüne uygun hareket ederek iyi, doğru insan olur. Platonik düşünceye getirilen en önemli eleştiri, aklı ve bilimi amaç olarak görmesine rağmen, sınıflı toplum yapısını meşrulaştırmasıdır.

Trajik Unsur

Apollonik idea’ya göre insanın, ideal biçimini ancak rüyalarda ve heykelde görebiliriz. Dionysoscu inanışa göre ise doğmuş olmak, insanı bütünlüğünden koparmıştır; eğer insan doğmuş ise sarhoş olması gerekir. Trajik olan insan için, birey olmaktır. Birey olan insanın bütünlük içinde yaşadığı gerilim trajiktir. Tragedya kahramanları, genellikle trajik bilincin ağırlığı altındadır ama “ölümü istemek” anlatının hedefi değildir, yaşam olumlanır. Nietzche’nin açıkladığı biçimde Apollonik ve Dionysoscu imge iç içe geçerek, tragedyanın ve kahramanlarının oluşumuna temel kaynak olmuştur. Her tragedya, trajik unsurlar ile yazılmamıştır, ilk tragedya olan “Persler”  trajik unsurları değil, dönemin içinde Perslerle olan savaşı anlatır. Ama tragedya formunu, etkileyici, cazip ve iç kavurucu olmasının nedeni, trajik unsurdur. Modern dünyada, trajik olanın deneyimi, iki dönem içinde yaşanır: gençlik ve orta yaş. İnsan, gençlik ve orta yaşlılık döneminde, yaşam koşulları karşısında seçim yapmak zorunda kalır. Genç insan, ya yola çıkmalı ya da yuvada kalmalıdır.

Kral Oedipus ve Hikâyesi

Sofokles’in Kral Oedipus tragedyası, hakkındaki kehanetin gerçekleşmesini önlemeye çalışan bir kahramanın kaderine yenilmesini anlatır. Kral Laios kendi geçmişindeki laneti, oğluna taşıyan bir babadır. Kehanete göre: ”Kralın bir oğlu olacak, oğul büyüdüğünde öz babasını öldürüp, öz annesiyle evlenecektir.” Efsanenin psikanaliz açılımı ve önemi, babanın çocuğunu öldürme arzusudur.
Kâhinden, kehaneti öğrenen Kral Laios, baba olunca çocuğunu kehanet korkusu ile öldürmek ister ama kraliçe razı olmaz. Kraliçe, kraldan gizli olarak, cellâda çocuğu uzak bir yere bırakması söyler, cellât çocuğu ayaklarından ağaca asıp uzak bir diyara bırakır. Yoldan geçen çobanlar, çocuğu kurtarırlar. Ağaçta asılı kalmaktan ayakları şiş kalan çocuğa “şişik ayak” anlamına gelen Oedipus adını verirler. Çobanlardan biri, yaşadığı şehrin kraliçesinin çocuğu olmadığı için, onu saraya görür. Kraliçe çocuğu kabul eder ve Oedipus’u öz evladıymış gibi büyütür. Çocuk ergenlik çağına girdikten sonra, Delpoi Kâhininden, gelecekteki kaderini öğrenir. Kral ve kraliçeyi gerçek ailesi sanan Oedipus, kehaneti bozmak ve kaderini değiştirmek için şehri terk eder. Oedipus, bir gün yolda çıkan çatışmada, bir başka şehrin kralı olan tanımadığı öz babası Kral Laios'u öldürür. Kehanet gerçekleşmeye başlamıştır. Oedipus daha sonra baba ocağı, Thebai'ye gelir. Bu dönemde şehre korku salan Sfenks adında bir canavardır ve halka zor günler yaşatmaktadır. Canavar, sorduğu bulmacaları bilemeyenleri acımasızca öldürmektedir. Oedipus, korkusuzca Sfenks’in karşısına çıkar. Oedipus akıllı, güçlü ve yenilmezdir.
Sfenksin sorduğu bilmece şudur: "Önce 4, sonra 2, sonra da 3 ayaklı olabilen nedir?" Oedipus "İnsan" cevabını vererek soruyu bilir, cevap karşısında çaresiz kalan Sfenks, kendini uçurumdan aşağı atar. Bu olay Thebai şehrinde büyük bir sevinçle karşılanır, zaten kralsız kalan şehir halkı, Oedipus’u kral yaparlar. Kral Oedipus, Kral Laios öldüğü için dul kalan kraliçe, yani öz annesiyle bilmeden evlenir. İkisi de gerçeğin farkında değildir. Anne ve oğlunun bilmeden yaptıkları bu evlilikten dört çocukları olur. Bu duruma çok öfkelenen Eski Tanrılar, kentte veba salgını başlatırlar. Çaresiz kalan Oedipus, felaketin nedenin öğrenmek için bilge büyücüye danışır. Öz babasını öldürüp, öz annesiyle evlenmesinin neden olduğunu söyler Bilge. Kehaneti bozmak isterken, kaderine yenildiğini anlayan Oedipus, gerçek ile yüzleşmek zorunda kalır. Annesi olan kraliçe, gerçeği öğrenince kendisi asar. Annesini ölüsünü gören kral, annesinin elbiselerinin üzerindeki iğnelerle gözlerini kör eder. Şehirdeki felaketin sebebi Oedipus, Kolonos’a sürülür. Son günlerinde yanında hem kardeşi, hem de kızı Antigone vardır. Sofokles’in üçlemesinin diğer iki eseri, Oedipus Kolonos’da ve Antigone’dir.

Oidipus Kolonos’da

Oidipus tragedyasının devamı olan eserde Oedipus, kızı ve aslında kardeşi olan Antigone ile kendisine gömülecek yer, sadece toprak aramaktadır. Hiçbir yer kabul etmemektedir onu ve en sonunda Kolonos şehrine gelir. Yollara düşen Oedipus, artık ölümlülüğü kabullenmiştir; özgür ve bilge insandır ama Dionysoscu hakikat, sonunda kendini ona kabul ettirir. Tragedyanın sonunda doğru ve kader üzerine şunu söyler Oedipus: “Tanrı, benim için, benim istediğimden daha iyisini yapmıştır.Akıl ve kibir (hybris) ile kaderine karşı gelmesinin hata (ate) olduğunu sonunda kabul eder; aşırılığa kaçma ve kendini büyük görmek, tanrılara yaklaşmış olmaktır ve hatasını anlamıştır. Peki, Oedipus’un başına bunlar niye gelir? Bu sorunun cevabı tragedyada şöyle verilir: “Yaşam, tanrıların yollarıdır ve biz bilemeyiz. Oedipus Kolonos’a geldiğinde değişerek, dönüşerek kendini bilmiş ve öğrenmiştir; kaderini sev (amor fati) onun hakikatidir artık.

Oedipus’un Trajedisi

Oedipus, doğadan bağımsızlaşmaya çalışan ve hakikate yönelen Yunan idealini temsil eder ama kaderini bilmek bile, onu kaderinden kurtaramaz. Kral Oedipus, Aristoteles’e göre mükemmel tragedya örneğidir. Trajik unsur, iki eşit konum-hal-değer arasında seçim yapmaktır. Kral Oedipus, ya tanrıların kendisine biçtiği kadere razı olacak yâda kaderine yön verecektir. Lanetli kaderini değiştirmeyi tercih eder; ama en sonunda tanrılara (Tanrı’ya) ve kadere (trajik unsur) mağlup ve razı olur. Oedipus’un trajedisinden çıkan sonuç; kendi hakikatini bulacağını sanan insan, kaderine en nihayetinde doğaya tabi olmak zorunda kalır.


Konuşmacı: İskender Savaşır
Ekleme ve düzenleme: Ahmet Usta

Güneş Ülkesi ve Yeni Atlantis


Ütopya - Thomas More

Thomas More, İngiltere Kralı 8. Henry’nin önemli diplomatlarından biriydi ve kraliyet danışmanlığına kadar yükselmişti. Kral Henry, erkek çocuk sahibi olmak için yeniden evlenmek istemiş ama Katolik inanç ve Papalık buna karşı çıkmıştı. Bunun üzerine tarihte ilk kez bir kral, Katolik kilise ile bağlarını koparıp kendi ulusal kilisesini (Anglikan) kurdu. Thomas More ise Katolik teokrasiye ve Papa’ya olan bağlılığından vazgeçmeyip, Kral Henry’e olan bağlılık yeminini reddetti. Sonrasında ölüm cezasına çarptırıldı ve idam edildi. (1535) Henry’in ölümünün ardından yaşanan Protestan-Katolik çatışmasına dayalı iç savaşların sonrasında, tahta kızı 1. Elizabeth geçti.

Coğrafi keşifler, Rönesans hareketi ve Protestan teoloji ile modern dünyanın oluşumuna tanıklık eden Thomas More, “Ütopya adlı eserinde düşündüğü ideal yaşam biçimini anlatmıştır. (1516) Eser bir taraftan yaşamı tümden düzenleyen bir proje, bir yandan da edebi anlatı olarak fantazi ve hiciv içermektedir. Ütopya ülkesi, “ada” coğrafyası üzerine kurmuştur. Bütünlük ve fiziksel hâkimiyet amacı ile kurgulanan hayali ada coğrafyası, kendinden sonraki benzer ütopik metinleri de etkilemiştir. More’un ütopya adası aynı zamanda bürokratı olduğu dönemin İngiltere’sinin eleştirisidir. Thomas More, Platon’un “filozof-bilge yöneticileri” gibi liyakat sahibi insanların yönetimini savunmuştur. Ona göre toplumsal sorunların kökeni, özel mülkiyet idi. Tahayyül ettiği ütopya toplumunda parayı kaldırmıştır. Paranın yerini, emek makbuzları ve çalışma belgeleri alır. Bu yöntem ile eşitlikçi emek dönüşümünü öngörür. Fakat anlatıdaki biçimi ile paranın kaldırılması, özel mülkiyet sorununa gerçek bir çözüm getirmez. More’un geliştirdiği ekonomik-politik temsil, bugün için sadece fantazidir.

 

Güneş Ülkesi - Tommaso Campanella

Tommaso Campanella, arzuladığı yaşam biçimini “Güneş Ülkesi” (Civitas Solis) adlı eserinde anlatmıştır. (1602) Güneş Ülkesi’ndeki temel düşünce, “manastır” yaşamının fiziksel olarak genişlemesine dayanır. Campanella, farklı sosyal sınıf ve toplulukların fiziksel olarak merkezinde yer alan manastırın, merkezden çevreye doğru yayılmasını ve insanları sosyal ortaklık içinde bütünleştirmesini hedeflemiştir. Güneş Ülkesi, gelişmekte olan modern dünya yaşamına karşıt olarak geçmişe dönük (pastoral) ve Hıristiyani yaşamı savunur.

Güneş Ülkesi, Güney Denizi’nde yer alan ve yedi bölgeden oluşan bir ülkedir. Ülkenin başında Metafizikus (Hoh, Sol) adında dini bir lider bulunmaktadır. Güneş Ülkesi’ni en bilge kişi yönetmektedir ve Metafizikus bilgeliği nedeni ile seçilmiştir. Kendisinden daha bilge bir kişi çıkana kadar Metafizikus, kesin yetkilerle tüm ülke yaşamını tanzim etmektedir. Metafizikus’un kendisine yardımcı üç rahip yöneticisi Pon (güç),  Sin (bilgelik) ve  Mor (sevgi) vardır. Bu üç yönetici, askerlik, eğitim ve cinsellik üzerinden Güneş Ülkesi halkının yaşamını düzenler. Campenella anlatısında, More’dan çok daha fazla Platon’a bağlıdır. Güneş Ülkesi’nde aile, kurum olarak aşılmıştır. Campenella, aileye karşıdır. Kadın-erkek ve çocuk, aile ekonomisi için değil; toplumun genel refahı ve üretimi için var olmalıdır. Güneş Ülkesi’nde üretim ve paylaşım eşitliği olsa da, sınıfsal farklılıklar ortadan kaldırılsa da, tüm insanlar devletin sıkı kontrolü altındadır.

Paraguay Güneş Ülkesi

Campanella'nın ütopya metni, Platon ve More'a göre daha önemli pratik etkiler göstermiştir. Hatta Campenella, yaşadığı dönemin kötü yaşam koşularına tepki olarak Kalabriye Ayaklanması ile ütopyasını gerçekleştirmek istemiş, fakat başarılı olamamıştır. Campanella'nın ölümünün ardından “Güneş Ülkesi” eserinden etkilemiş Cizvit papazları, onun hayalini 1650’li yıllarda Paraguay'da gerçekleştirdiler. Cizvit papazları, Paraguay yerlilerini Güneş Ülkesi’ndeki anlatıya göre uygun biçimde örgütlediler. Bu ütopya pratiğinde Paraguay ülkesi, otuz bölgeye ayrıldı ve bölgeler, Cizvit papazları tarafından yönetildi. Tanrı, tek mülk sahibi idi ama topraktan elde edilen üretim tüm halkın idi. Çocukların eğitimine Cizvit teolojisi ile yön verildi. Ve düzenin devamlılığı için çocuklar, toplumun kabul edildi. 1760’lı yıllara gelindiğinde yaşanılan deneyimin huzur verici ortamı ile yakın bölgelerden Paraguay’a göçler gerçekleşti ve Güneş Ülkesi’nin nüfusu hızla arttı. Paraguay Güneş Ülkesi, uzun yıllar devam eden ütopya deneyimi oldu. Sonrasında Cizvit hareketi ve yeni yaşam deneyiminin çıkarlarına ters gittiğini gören İspanyollar, Cizvitleri bölgede asimile ettiler. Bir süre daha kendi yapılarını sürdürmeye çalışan Paraguay yerlileri, kolonileştirme hareketi karşısında çok fazla direnemedi ve böylece Campenella’nın Hıristiyani ütopya pratiği son buldu.

Yeni Atlantis - Francis Bacon

Rönesans hareketinin önemli düşünürlerinden Francis Bacon, tahayyül ettiği ideal yaşamı "Yeni Atlantis” (Nova Atlantis) ile anlatmıştır. (1624) Bilimin ve deneyin öncülüğüne inanan Bacon, ancak doğanın olanakları ile uyumlu bir yaşamın uygulanması halinde, “İnsan Krallığı”nın kurulacağını belirtmiştir. Ona göre skolastik felsefe ile özünden saptırılmış Aristoteles düşüncesinin temeli olan “Organum” yeniden kurulmalıydı. Tanrının inayetini bilim ve deney pratiğine yansıttığı zaman insan, cennetti yeryüzünde kuracaktı.

Yeni Atlantis, bir grup gezginci tüccarın yaptığı deniz yolculuğunu anlatır. Yolculuk sırasında aksilikler ile karşılan gezginler, Pasifik Denizi’nde hiç bilinmeyen bir adaya sığınmak zorunda kalır. Adaya ayak basan gezginler, daha önce hiç bilmedikleri bir bilim ve inanç dünyası ile karşılaşırlar. Adanın ismi Bensalem’dir. Bacon’a göre Bensalem, gelecekte kurulması gereken ideal yaşam dünyasıdır. Bilimsel eylemin gerekliliğine inanan Bacon, aynı zamanda geleceğin ideal düzenini evrensel Hıristiyanlık kapsamında düşünür. Adadaki yaşamın örnek teşkil ettiği bilimsel pratik ile Skolastik düşünce aşılmalıdır. Tanrı, Bensalem halkının doğaya uyumunun ana kaynağıdır. Bensalem halkı için doğayı bilmek ve Tanrı’nın inayetini bulmak bir ve aynı şeydir. Ada halkının bilim ve deney merkezi, yaşamı yönlendiren Süleyman’ın Evi’dir. Bu ev, ada halkının doğa araştırmalarını ve bilgisini geliştirmek için kurulmuştur. Evde bulunan deney koşulları ile halk, doğa bilgisini artırmakta ve yaşamlarını kolaylaştırıcı bir takım teknikler ve makineler üretmektedirler. Bacon’un Yeni Atlantis ütopyası bilginin, deneyin ve faydanın toplumun her kesimiyle paylaşıldığı bir yaşamı öngörür.