Helenistik Dönem ve Sanat


İskender ve Doğu Seferi


Uzun süren Peloponez Savaşları (M.Ö. 431-404) sonrasında Ege şehir devletleri birbirlerine üstünlük sağlayamaz. Kargaşa ortamında, Makedonya Kralı II. Filip, daha merkezi bir yönetime sahip olduğu için güçlenmeye başlar Attika’da. (Yunan Tarihi ve Sanatı hakkında bir başka yazı için tıklayınız) Filip’den sonra yerine geçen Kral İskender, Yunalı oligarkların da hayali olan büyük kolonileşmeyi gerçekleştirir Doğu Seferi ile. M.Ö. 333’de Issos’da (Dörtyol) Ege’yi istila eden Kral Darius’u ve Pers ordusunu yenilgiye uğratır İskender’in askerleri. Zaferle birlikte Ege şehirleri (Sardes, Ephesos, Priene, Miletos) kurtulur ve Anadolu’daki Pers hâkimiyeti sona erer. Hızla güneye iner ve M.Ö. 331’de Mısır’a ulaşır Makedon ordusu. 

Mosaic, representing Alexander the Great on his horse Bucephalus - circa 300 BC
Savaş alanında İskender, Mozaik
İskender’in ordusunda sadece Makedonlar değil, Ege’li paralı savaşçılar, hatta Perslere isyana hazır konar-göçer Asyatik kavimler de vardır, istilayla gelecek ganimet payı ile ordu büyür ve güçlenir sefer boyunca. Mısır’da kendisini Zeus’un oğlu ilan eder Kral İskender ve Amon kültü ile kendi inanışını birleştirir. Mısır’dan sonra Mezopotamya’ya yönelir Makedonlar, tekrar Darius’un ordusuyla karşılaşır ve bir kez daha Persleri yenerler; başkent Persepolis işgal edilir. Yeni şehirler, idari birimler, koloniler kurulur hızla. Hindistan’a doğru istila devam eder ama M.Ö. 323’te ölür İskender.

Dört büyük krallık oluşur İskender'in ölümünden sonra, (Antigonid’ler: Yunanistan-Makedonya, Attalos’lar: Ege-Pergamon, Ptolemaios’lar: Mısır-İskenderiye, Selevkos’lar: Mezopotamya-Antioch) Roma İmparatorluğu’nun egemenliğine girene kadar kendilerine Helen der bu krallıklar. Helenistik dönem, İskender'in M.Ö. 323’te ölümü ile Attika’nın Roma tarafından işgal edildiği M.Ö. 146 yılları arasıdır. Askeri-ekonomik gücü zayıf Doğu şehirleri, kavimleri Helen işgalini kabul etse de; halk, Şark dünyası ve inancı içinde kalmaya devam eder ekseriyetle. Üretim ve ticaret kaynakları Ege havzasındaki nüfus ve şehirler için kendine yeterli iken; Doğu’yu istilaya yönelen Kral İskender; “Büyük İskender” ve uygarlığın kurucusu olarak kabul edilir hikâyeci, tarafgir ve köksüz Batı tarihinde.

Helenistik Sanat

İskender dönemi ve sonrasında Şark kültürü ile etkileşime girer Yunanlılar, gittikleri yerlerde kendi değerlerini, Doğu topraklarında ebedî kılacak yapılar üretirler. Dönemin sanat anlayışını belirler Heykeltıraş Lysippos’un “İnsanı olduğu gibi değil, bana göründüğü gibi göstermek istiyorum” sözü. Biçimde abartı, taşkınlık ön plandadır. Tanrısal, mitik figürler azalır; yaşamın gerçekliği, şiddeti ve bazen de neşesi yerini alır. Mutluluk, hüzün, sevinç ve ölüm iç içedir tasvirde.

Gallic Warior Killing Himself and his Wife, Head of Aphrodite, Terme Boxer -  form Hellenistic period

Yontu sanatında Pergamon estetiği gelişir bu dönemde. Kral I. Attalos’un Galatlar’a karşı kazandığı zafer, Bergama’da anıtsal eserlerin üretilmesini sağlar. Pergamon Zeus Altarı (sunak kaide kabartmaları) ile kendisini ve karısını öldüren “Galat’lı Adam” heykeli, ilk akla gelenlerdir Bergama’dan. Savaşın ve geçmişin alegorik ifadesi öne çıkar Zeus Sunağı friz kabartmalarında.

The Pergamon Altar
Bergama Zeus Sunağı

Helenistik sanatın bir diğer gelişimi, grup heykel dir; Tralles’li iki yontucunun eseri Farnese Boğası, Dirke’nin Dioskur kardeşler tarafından cezalandırılmasını anlatılır; kompozisyon, tek parça mermer üzerine ve dairesel bakışı ile üretilir. Dönemin diğer bir yontu ekolü; Rodos’da gelişir; üç heykeltıraşın yaptığı Lakoon ve oğulları heykeli, efsanesiyle birlikte Helen sanatının anıtsal zirvesidir sanki.

The Farnese Bull, The Laocoön and His Sons - Hellenistic group statues

Dönem mimarisi, Yunan istencinin aşikar örneği Didim Apollon ve Doğu ile etkileşimin kombini İskenderiye Serapis Tapınağı dır. Doğu’da doğru gidildikçe, Pers ve Asyatik kavimler; kendi söylem ve sembollerinin pek dışına çıkmazlar ama Nemrut Dağı Heykelleri, dönemin melez kültürünü yansıtır; Adıyaman’daki kalıntılarda Kommegene Kralı I. Antiokhos’un Tümülüs mezarı ve büyük boyutlu Tanrı heykelleri vardır. Bu heykeller hem Yunan, hem Pers tanrılarının özelliklerini taşır.

Stone Heads, Nemrut Dağı, Turkey

Pergamon ekolünde görülen ve dönemin Helen istencini ifade eden patetik (acılı, çilekeş anlatım) tüm Ege havzasını etkiler. Kabile savaşları, kızgınlık, umutsuzluk, sarhoşluk, çocukluk, yaşlılık hatta sakatlık işlenir. Konular iç içer geçer; devinimler canlı, gövdeler daha kırılgan; yüz ifadeleri bir o kadar tutkulu, bazen de kaygılıdır. “Samothrake Nike’si”, “Melos Aphrodite’si” ve “Aphrodite Kallipygos” zaferi, zarafeti ve erotik olanı simgeler dönemin yontusunda.

Helenistik” ifadesi bugün için vardır ama antik dünyaya ait değildir; Helenizm, 18. ve 19. yüzyıl Kıta Avrupa’sının sonradan kendi kendine kurguladığı tanımdır; kendine kök ararken inanmak istenilen ama tıpkı Troya Savaşı’nda olduğu gibi gerçek ortaya çıktığında geriye sadece masalın kaldığı bir tarih anlayışı.

The Aphrodite Kallipygos, The Aphrodite of Milos, The Nike of Samothrace - Hellenistic period


Çay Şiirleri - Derleme



Son bir demdir ömrüm
İnce belli bardakta
Belki çayı biraz az
Belki de şekeri
Ama yine de benim ömrüm
Aktif Şair Hüseyin

Ama bu kente gelirsen unutma beni ara
Sana bir çay ve temiz yaralar ısmarlarım
Öfkem geçer, dinle yüzümü sevgiyle bakarım
Kimse değil, Seni yalnız ben anlarım…
Osman Konuk

O bir çay istemişti, trenin içinde
biz tren yolcusuyduk, çölün içinde
ben yalnız kalmıştım, senin içinde
oysa kaç kişinin yerine sevmiştim seni!
aşkı geçtik, gözlerini açabilirsin
Haydar Ergülen

Seni çay içerken izlemek,
Seni çay doldururken,
Seni demlerken çayı,
Kimseler inanmasa da düpedüz sevap...
Alper Gencer

İki çay söylemiştik orda, biri açık
Keşke, yalnız bunun için sevseydim seni
Cemal Süreya

Sonra belki çay içeriz, şansımız varsa yağmur da yağar.
damlalara huzur yüklemece oynarız.
benim damlam seninkini alnından öper.
güzel şeyler olur belki.
sen gel bence...
Lale Müldür

İlk bardak dudaklarımı ve boğazımı nemlendirir,
ama ikinci bardak ki yalnızlığımı giderir.
Lu Tung

Saat yirmi on beşte bir vapur var Köprü’ye,
Çay ocağının karşısında oturacağım.
Demli çay, mavi gözlerin.
Gözlerin neden mavi,
Aklıma geldi birden.
Edip Cansever

Çay içmeye gidenler vardı akşamüstü,
Parklara gidenler de,
Duruma uymak kısaltıyordu günlerini,
Artamayan eksilmeyen bir hüzünle…
Turgut Uyar

Yunan Heykel Sanatı



Antik dünyada ressam veya heykeltıraş; ne özgür insan, ne de köle idi. El işçisi (Banausos), zanaatkâr idi yontucu; tıpkı bir demirci gibi. Çünkü para karşılığında üretici çalışma, kölelik idi efendiler için. Yunalı Oligarklar için sanatçı, devlet görevine atanamaz; hatta yurttaş olamazdı. Emeği ile sosyal konumu muğlâktı sanatçının, bugünkü gibi. (Yunan Tarihi ve Sanatı hakkında bir başka yazı için tıklayınız
Tanrı, tanrıça ve atlet heykeli yaptı daha çok Yunanlılar. Tıpkı tapınak mimarisi gibi, ilk önce dini anlam ve işlev ile üretildi yontu. Tapınak alınlıklarına, süsleme kuşlaklarına işlendi ama en önemli kullanımı; tapınağın merkezi olan Cella içindeki tanrı yâda tanrıça kült heykeli idi. Kireçtaşı, mermer, pişmiş toprak, bronz, kimi zamanda altın ve fildişi birleşimi oldu kullanılan malzeme. Yunanlılar, heykeli boyardı; zaman için boya yok olsa da, bazı eserlerde izleri hala vardır; bronz heykelin hava ile teması sonucu oluşan yeşil paslanma, günümüze kalmıştır. Birçok antik Yunan heykeli, günümüze ulaşmadı. Romalılar, hayran oldukları Yunan yontularını, neredeyse birebir yansıtan yeniden üretimlerle günümüze taşıdı. Romalılar, bugünde kullanılan mekanik noktalama tekniğini geliştirerek; heykelin orijinali üzerinden kabartma kalıp alarak, mermer veya bronz döküm üzerine benzerini ürettiler. Oyma kalem kullandılar detay ve hatları ortaya çıkarmak için.

Acropolis sculptures on Athens

Arkaik Dönem (M.Ö. 700-480)

M.Ö. 7. yüzyıl arkaik yontu, anıtsal idi; insan boyutundan büyüktü. (Samos Koros’u 4.75 m boyundadır) Mısır stilinin etkisindeydi tipik modeller. Boiotia, Delos ve Ege Adaları heykel üretiminde öncü şehirlerdi. Ayakta duran erkek (Kuros) heykeli ve ayakta duran kadın (Kore) heykeli arkaik dönemi işaret eder. Kuros’lar gücünü ve dengesini simgeler bir yanıyla Apollo’nun. Yunanlılar, Mısır’dan aldıkları statik insan duruşunu zaman içinde aşmaya, yontuya hareket katmaya başladılar. M.Ö. 580-530 ile birlikte Kuros-Kore heykellerindeki insan gövdesi, daha gerçeğe yakın ve anatomik olmaya başlar. Atina ve Samos Adası’ndan günümüze ulaşan eserlerde Mısırvari etki aşılmaya, azda olsa mimetik -doğaya ve bedene öykünme- yontu ortaya çıkar. Kore’lerde giysi betimi çeşitlenir. Yontucu, zemin yüzeyine “Eudomos beni yaptı” şeklinde imzasını atar.
Sounion Kouros, Anavysos Kouros, Piraeus Apollo, archaic period in Greek

Yontuya devinim kazandırmak için yarım diz çökme, çömelme ile örgenlere belli oranda aksiyon kazandırılır; her ne kadar torso’nun üst bölümü hala statik olsa da; belden aşağı ve öne doğru devinim ile uzuvlara canlılık verilir. Uzuvlarda esneme, hatta asimetrik unsurlar keşfedilir ve olgunlaşır yontu zaman içinde. Aphaia Tapınağı alınlığındaki Troyalı savaşçı yontuları, dönemin örneğidir; canlı, gergin ifadeleri ile düşen ve hatta ölen savaşçılar; aynı zamanda düşen gövdesine karşı zafere ve ölüme olan bağlılık ile karşıt duyguları yansıtmak ister sanki. M.Ö. 6. yüzyıldaki tapınak alınlık ve kabartmalarının bir kısmı günümüze ulaşmıştır; hem tekil olarak figürlerin incelikle işlendiği, hem de mitolojik bütünlük ile aralarında yumuşak geçişlerin -Herakles’in oniki ödevi’nin hikâyesi- dizgelendiği önemli kabarmalardır Olympia Zeus Tapınağı ve Sicilya’daki Selinus E Tapınağı’nın alınlık ve metopları.

Trojan warrior from Temple of Aphaia, circa 500 BC


Metope from Temple E at Selinus and Temple of Zeus Olympia


Klasik Dönem (M.Ö. 480-330)

Klasik dönem ile en etkileyici yontular ortaya çıkar Attika’da. Kalçalar esneklik kazandır, yere dik basan bitişik ayaklar ayrılır, bir ayak öne doğru esner. (Kontrapost). Arkaik tebessüm ve frontal duruş, aksiyon düzleminde aşılır Kontrapost ile. Yavaş yavaş omuzlar, kalçalar ve dizler aynı eksen üstünde değil; diyagonal hareket eder artık. Giysi kıvrımları ve saç şekli, kadın yontularında betinin merkezinde yer alır. Kumaş (Chiton) gövdenin devinimine uygun, bazen de karşıt duyumun ifadesi olacak biçimde yontulanır; Afrodit’in doğuşunu işleyen "Ludovisi Tahtı” olarak bilinen kabartma panelde olduğu gibi.

Ludovisi Throne and Nike adjusting sandal


Pythagoras Öğretisi ve Heykele Etkisi

Pythagoras öğretisi klasik dönem sanatçılarını, özellikle heykeltıraşları etkiler. Pythagoras’a göre dünya karşıtlık üzerine kurulur; sınır ve sınırsızlık. Bu iki zıtlığın dengesinde dünya; Kosmos dur. Sayılar, dünyanın düzenini mümkün kılandır. Sadece doğayı değil; insan bedenini, ahlakını, hatta felsefeyi ve ruhu belirleyen sayılardır. Pythagorasçı estetik; nesnelerin doğasını ve doğaüstünü oluşturan asal sayılara ulaşmak için; objede ve yontuda aritmetik ritim ve denge ile ideal güzelliği araştırdı.
Nietzsche’ye göre Apollonik imge, biçimlendirir Yunan yontusunu; şöyle der: “Apollonik dünya imgesi, ışık ve görüş içinde mükemmel formu arar ve mükemmel olan, sonsuza kadar kalacaktır; tıpkı tapınaklar, heykeller gibi. Mükemmelliğin ve formun kalıcılığı bağlamında heykel sanatı, Apollonik anlatının en etkin sunumudur.” Myron’un yaptığı “Disk Atan Atlet (Discobolos)”, Polykleitos’un “Mızrak Taşıyan (Doryphoros)”, Lysippos’un “Kendini Kaşıyan Atlet (Apoxyomenos)” Praxiteles’in “Knidos Afrodit’i (Mahçup Venus)” heykeli başyapıtlarıdır klasik dönemin.

Discobolos, Aphrodite of Knidos, Doryphoros


Amaç, denge ve duyum üzerinden güzelliği yontunun tümüne yansıtmaktır yâda onda aramak. Sanatçı, inandığını ve hayal ettiğini görünür kılmaya çalışır. Güzelliği, görünür kılmak ve görmek ister; tapınak, heykel yâda mozaik üzerinde. Arayış, güzelliğin uyumunu ortaya çıkarmak içindir; idealize ettikleri tanrılarını ve erkek (atlet) bedenini görünüşe getirerek kalıcı kılarlar. Artık gövde, bakışını “bakışsız boşluğa” iletir. Ve bir adım ötesine geçerek; doğada bulunmayan yâda henüz görülemeyen Güzel İdeası’nın izlerini araştırırlar yontu pratiğinde.

The Kouros of Samos - Colossal Kouros from Samos, height 4, 75 m, 6th c. BC


Doğu’nun Ütopyası


Uygarlığın ilk şartı kanun koyucunun, kendi koydu kanuna uyması olmuştur. Yasaya tabi olmadan, uygar olunamaz. Avrupa tarihinde iktidarın ilk paylaşımı, 1215 yılında Magna Carta ile İngiltere’de gerçekleşmiş ve kral bazı yetkilerinden feragat etmeyi, kanunlara uymayı ve hukukun üstünlüğünü kabul etmiştir. Batı kültürünün ilerlemeci ve seküler dünya görüşü üzerine inşa ettiği ütopik düşünce, Doğu toplumlarında yok denecek kadar az görülmüştür. Doğu toplumları, çoğunlukla değişmezlik ve iktidarın tek bir elde toplanması üzerine kurulu olmuştur. Müslüman toplumlarda ise, Kur’an-ı Kerim yaşamı tanzim eden tek kaynak kabul edildiği için, ütopik düşünceye dair eserler dünyayı değiştirmeye yönelik değil, daha çok destekleyici ve hatta süslemeci anlatılar biçiminde oluşmuştur. Müslüman coğrafyasının ütopik düşünce içeren metinleri olarak; Farabi’nin (870-950) Medînetü’l-Fâzıla (Faziletli Şehir), İbn-i Tufeyl’in (1106-1186) Hayy Bin Yakzan ve Şeyh Sadi'nin (1193-1292) Bostan adlı eserleri kabul edilmektedir.

Doğulu toplumların ütopya üretememelerini Ünsal Oskay şöyle açıklamıştır: “Devlet bürokrasisinin egemen olduğu ve yönetici ile tapınağın monistik yapı oluşturduğu Doğu toplumlarında, verili toplumun değiştirilmesi olanaksızdır, olanaksızlaştırılmıştır. Gelecek tasarımı Doğulu toplumlarda, bu toplumların değişmezliği esas alan yapılarından kaynaklanan kültürleri gereği, görülmemektedir. Yaşanmakta olan tarihi dönemi eleştirebilmek için yapılabilen tek uslamlama da, hali hazır bozuk durumu, bozulma öncesi sağlıklı durumla karşılaştırmaktır. Bu toplumların kültürlerinde, yaşanan hayattan ve toplumdan daha iyisi, toplumum mevcut durumunun yitirilmiş eski günlerdeki durumuna döndürebilmeyi vaat eden Sadi’nin Bostan’ı gibi regressive (geri yönsemeci) ve moralist esaslı kitaplar görülebilmektedir. Platon’un Devlet’inde tasarlanabilen ile Sadi’nin Bostan’ında tasarlanabilenler, semantik açıdan, bir ve aynı şeylerdir. Moralist oluşunun nedeni ise, “Şark’taki tek özne olan hükümdarın” siyasal iradesinin ancak bu iradenin sahibi olan öznenin kendi moral anlayışındaki düzelme ile sınırlandırılabilecek oluşudur. Bu iradeyi sınırlandıracak bir dışsal iradenin dinde ve siyasal kültürde meşru sayılmamasıdır. Çoğulcu (monistik olmayan) bir siyasal yaşamın ve böyle bir toplumun hukukunun bulunmayışıdır. Bu nedenle, Doğu düşüncesinden ütopya yoktur. Moralist ve regressive düşünceler vardır. Distopyalar vardır.” (Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım)