Anıt Mezar, Mozole: Halikarnas Mozolesi ve Nereidler Anıtı


Antik dünyada kullanılan gömütlük biçimleri; tümülüs mezarı (gömülerin taş ve toprakla kaplandığı yapay tepe), kaya mezarı, yeraltı mezarı, kral mezarı, kule-paye tipi mezar, tapınak tipli mezar ve lahit (ölünün defnedilmesine yetecek boyutta mezar odası, 2-3 metre uzunluğundaki ceset koruyucu kap) dir. Bazı gömüt alanlarına, mezar taşı (Stele) dikilir. Stele, yazının az yâda hiç olmadığı, pagan inançlara ve ölünün yaşamına dair fikir veren görsel sembol veya yontulardır çoğunlukla. Antik Ege’de az görülen anıt mezar ve lahit, Mezopotamya ve özellikle Mısır’da yaygındır. M.Ö. 6. yüzyıldan itibaren Karia ve Likya medeniyetinde ortaya çıkan; poydum üzerinde yükselen ve büyütülen, tapınak görünümü kazanan gömüt odalarına “podyumlu mezar anıtları” denir. (lahit hakkında bir başka yazı)
Nekropolis of Milas ruins from Anatolia, archaic period
Mezarlık, Milas ören yeri

Kral ailesinin, komutanların ve zenginlerin lahit veya anıt-mezar yaptırma gücü ve ekonomisi varken; geniş halk kitlerinin, defin işlemleri düzensiz ve belirsizdir. Defin, inhumasyon ve kremasyon gömü olmak üzere iki türlüdür. Kremasyon gömüde ceset yakılır; külleri ya doğrudan yâda kil kaplar içinde defnedilir. Mezarlara bakıldığında, iskeletlerin yatırılış pozisyonları farklıdır; üst üste biriken defin yığınları çoktur, bazılarında hiç iskelet yoktur. Anadolu'daki anıt mezarların gövdesi, taş dökümdür; üzerinde pişirilmiş toprak kilden renkli ve resimli kabartmalar yer alır; önemli örnekler, genellikle M.Ö. 600 ile 400 yıllarına aittir. Bazıları gömütlükte açık alanlara, bazıları özel odalara konulur. Öbür dünya inancıyla, ölüye ait eşyalar ve yaşamına dair anılar, hatta altın konur kabir içine. Bu sebeple tarihi eser kaçakçılığından önce; kabirde altın arama, meslek olur ve tarih boyunca birçok mezar soyulur. Anadolu’daki mezar anıtları, çoğunlukla Likya kent nekropollerinde bulunur; özgünlükleri ile Likya Sanatı kabul edilir.

Halikarnas Mozolesi

Halikarnas Mozolesi (Halikarnassos Mausoleum), Dünyanın Yedi Harikası’ndan biridir. Karia bölgesinin merkezi Halikarnassos (Bodrum) şehri, dağdan denize doğru teraslar biçiminde yayılan yerleşime sahiptir Karia satrap-kralı Mausolos, kendisi adına M.Ö. 353’de şehrin tepesine Mausoleum’un yapımını başlatır. Kralın ölümü sonrası, kardeşi-karısı Artemisia ve ailesi tarafından sürdürülür inşaat. İlkçağ yazarları Plinius ve Vitrivius yapıyı, detaylı biçimde anlatır. Halikarnas Mozolesi’nin 241 x 105 bir alana inşa edildiği ve yüksekliğinin 42 metre olduğu tahmin edilir. Üç kademeli podyum üzerinde yükselen 11 x 9 sütunlu İyon tapınağı biçimindedir; podyumun üstünde sütunlardan oluşmuş galeri ve ortasında mezar odası vardır. Tapınağın çatısı, çok basamaklı bir piramit şeklindedir; 24x30 metrelik çatının üstünde, dört atlı ve bir araba (quadriga) konulur. Podyum, gövde ve çatı alışılmadık yoğunlukta frizler ve bağımsız heykellerle süslenmiştir.

Reconstruction and Ruins of the Mausoleum at Halicarnassus in Caria, now Bodrum in Turkey
                                                                                                                  Halikarnas Mozolesi rekonstrüksiyonu ve bugüne kalanlar
İsimleri ve gerçekliği tartışmalı da olsa, dönemin ünlü yontucularının eserde çalıştığı söylenir. Podyum frizlerinin doğu bölümünde Skopas, kuzeyde Bryaxis, batıda Leochares, güneyde Timotheos, hatta Praxiteles‘in çalıştığı iddia edilir. Podyum frizlerinde, Yunanlıların dış düşmanları Amazonlarla savaşı (Amazonomakhi) ve Yunan halklarının kendi aralarındaki iktidar mücadelesi (Kentauromakhi) işlenir. Figürlerde farklı üsluplar, detaylı işçilik ve derinlik duygusu hâkimdir; aksiyon, tüm yönlerden görülecek biçimde, paralel eksende ve birbirlerini kesmeden devam eder. Kazı alanında bulunan kadın ve erkek heykellerinin, Mausolos ve Artemisia’ya ait olduğu sanılır. Anıtın galerisinde veya çevresinde olduğu düşünülen bulgular arasında aslan, sfenks, pars ve köpek yontuları vardır.

Amazonomachy Frieze from the Mausoleum at Halicarnassus - Mix
Amazonomachy Friz - Halikarnas Mozolesi 

Anadolu’nun en büyük anıt mezarı Halikarnas Mozolesi, 15. ve 16. yüzyılda St. Jhon Şövalyeleri tarafından kale inşaatında taş ocağı olarak kullanılır ve büyük orada yıkıma uğrar; sonrasında kazı kalıntıları, İngilizler tarafından yurtdışına kaçırılır ve bugün British Museum’dadır. Bulguların ve yazılı kaynakların karşılaştırmasıyla, anıtın mimari rekonstrüksiyonu yapılır. Mausoleum, görkemli tasarımıyla Helenistik ve Roma dönemindeki benzerlerine örnek olur ve anıt mezarlar, ondan türetilen Mozole kelimesiyle tanımlanır. Bugün, anıtın Bodrum’daki yerinde sadece çukur vardır.

Centaur Frieze of the Mausoleum of Halikarnassos  - Mix
Kentaur Friz - Halikarnas Mozolesi 

Belevi Mozolesi

Efes-Sardes antik şehirleri arasındaki (İzmir-Selçuk) Belevi Köyü’nde bulunan anıt mezar yıkıntısıdır Belevi Mozelesi. Kaide üzerine tapınak biçiminde inşa edilen anıt, sebebi bilinmeyen bir şekilde, yarım kalır, bitirilemez. Yarım da kalsa, Halikarnas Mozolesi’nden sonra Anadolu’nun büyük ikinci anıt mezarıdır. Mezarın, Efes kralı Lysimachus tarafından M.Ö. 300’lü yıllarda inşa ettirildiği; ama savaşta öldürülen Efes kralının buraya gömülmediği, sonrasında Efes’i işgal eden Selevkos kralı II. Antiochus’un M.Ö. 250’lı yıllarda, yarım kalmış bu mezara gömüldüğü rivayet edilir. Diğer yandan, Belevi Mozelesi’nin kime ait olduğuna ve ne zaman yapıldığına dair kesin kanıt veya yazıt ele geçmemiştir.
Belevi Mausoleum, Selçuk in Turkey
Belevi Mozolesi, Selçuk
Mozole ovaya doğru uzanan tepe üzerinde büyük bir kaya kütlesinin yontulması ile yapılır. Kaya kütlesi, daha sonra iki sıra mermer blok ile kaplanır. Ana kaide, kare biçiminde 29x29 metre ölçülerinde ve 11 metre yüksekliğindedir. Üç basamaklı kaidenin üzerinde, dört cepheyi kaplayan Dorik nizamlı 28 sütun ile çevrili kat vardır. Sütunlu katın yüksekliği 10 metredir; sütunların arasında Cella bulunur. Mimari parçaların üzerinde Korint süslemeler, renk ve boya işçiliği kullanılır. Mausoleum’dan etkilendiği için muhtemelen, çatısı piramit biçimindedir. Kayanın güney tarafında defin odası oyuğu vardır; defin odasında bulunan lahit ve diğer kalıntılar, bugün Efes Müzesindedir.


Gümüşkesen Mozolesi

Bugün Muğla-Milas sınırları içinde yer alan ve M.S. 2. yüzyılda yapılan Gümüşkesen Mozolesi, 8.5 metre yüksekliğindedir. Yapımında gri-beyaz mermer, moloz taş ve harç kullanılır. Alt kat, büyük ve düzgün yontulmuş mermer bloklardan yapılır; orta kat, İon sütunları ile çevrilidir ve çatısı basamaklı piramit biçimindedir. Alt kat gömülerin konduğu mezar odası, orta kat dinsel tören alanıdır. Gümüşkesen Mozolesi, Roma dönemine aittir, bölgedeki nekropol alanında bulunur; kim yâda kimler için yapıldığı belli değildir ve Bodrum’daki Mausoleum'un, küçük kopyası gibidir.
Gümüşkesen Monument in Milas at Turkey
Gümüşkesen Mozolesi, Milas 

Harpiler Anıtı

Bugün Antalya-Fethiye arasında yer alan Ksantos (Xanthos) antik şehrinde keşfedilen anıt mezar (M.Ö. 5.yüzyıl) adını üzerindeki yarı insan, yarı kuş yaratık Harpiler’den alır. Harpiler Anıtı, 30 ton ağırlığındadır; dikdörtgen ve tek parça (monolit) kayadan yontulur; 5.5 metre yüksekliğindedir; dört ayak üzerinde yükselen ve kapısı olan gömüt odasıdır. Dört cephesindeki kabartmalarda, mezar sahibin yaşantısından sahneler sunulur. Kuzey cephesinde taht üzerinde oturan mezar sahibi, savaşçı miğferi uzatır; karşı cephede de benzer bir sahne vardır. Diğer cephelerde, Harpiler yer alır; Pagan inanca göre Harpiler, ölülerin ruhlarını göğe taşırır. Başka bir cephede, Tanrıçaya adaklar sunulur; kadınlar ve genç kızlar ellerinde meyve ve çiçeklerle ilerler. Kazı bulguları yurtdışına kaçırılmıştır ve British Museum’dadır. Bugün, Fethiye’deki ören yerinde Harpiler’in çıplak kalmış kulesi durmaktadır.


The Harpy Tomb frieze and ruins, circa 480-450 BC, from Xanthos in Anatolia
Harpiler Anıtı, Kanthos 

Nereid Monument, reconstruction  fron Xanthos in Anatolia, ca. 390–380 BC.
Nereidler Anıtı


Nereidler Anıtı

Likya’daki Ksanthos (Xanthos) kentine hâkim bir yamaçta inşa edilen (M.Ö. 420-390) Nereidler Anıtı, İon tapınağı görünümlü anıt mezarların Anadolu’daki ilk ve en önemli örneğidir. Yüksek podyum üzerine kurulur; 4x6 sütunludur; içindeki cella bölümünde mezar yatağı (cline) vardır. Kesin olmamakla birlikte, Ksantos kralı Arbinas adına yapıldığı düşünülür. Sütunları arasında Nereid heykelleri; cella duvarı ve podyum üzerinde kabartmalı kuşaklar vardır. Frizlerde (kabartmalar) kent savunması, geçmiş efsaneler ve av sahneleri tematik olarak birbirlerini takip eder. Kabartmanın birinde başının üzerinde şemsiye olan kişi, mezar sahibi ve muhtemel kral Arbias dir ve diğer cephelerde yaşamından kesitler anlatılır. Alınlık frizlerinin yansı sıra, anıt çevresinde 12 tane heykel bulunur. Bunların çoğu, mezara ismini de veren deniz perileri Nereidler’dir ve anıtın orijinalinde galeri sütunları arasındadırlar.
aces from Frieze Nereid Monument of Xanthos.
Yüzler, Nereid Frizi
Asyatik etkilerin ve İon yaşamının eriyik kullanımı ile Nereidler Anıtı, Likya sanatı örneğidir. Kent savunmasını işleyen frizlerde, Şarkvari anlatım hâkimdir; insan yüzü ve özellikle gözler oldukça etkileyicidir. Nereid yontularında, İon etkisi belirgindir; Nereidler, ölülere son yolculuklarında eşlik eden perilerdir. Periler, denizin ve rüzgârın etkisine açıktır; elbiseleri (chiton) gövdelerine yapışıktır, hareket içinde sükûneti telkin ederler faniye. Ölüm karşısında fani yolcularını, dans ve şarkıları ile eğlendiren güzelliğin temsilidir Nereidler. Anıt, kazılar sonrası İngilizler tarafından yerinden sökülerek yurtdışına kaçırılır ve British Museum’dadır. Bugün, Antalya’da Nereidler’in yerinde boş tepe vardır.

Frieze from Nereid Monument of Xanthos
Nereidler Frizi 
Nereids, Sea-Nymph from the monumental from Xanthos in Lykia, Anatolia
Deniz Perisi, Nereid Heykelleri 

Türklerde Tanrı (Tengri) İnancı ve Türk Destanları




Gök Tanrı: Kök Tengri

Asyatik Türklerin inancı, tek Tanrı Kök Tengri (Gök Tanrı) idi. Kök kelimesi, öz Türkçe’de yüce ve kutsal olanı işaret eder. Tengri, Türkiye Türkçesindeki Tanrı sözcüğünün öz Türkçesidir. Bu anlamda Kök Tengri, yüce Tanrı dır. Orhun Yazıtları’nda ilk çözülen kelime, Tengri dir. Türklere göre, kozmos’u yaratan ve âleme nizam veren mutlak Varlık, Kök Tengri dir. O, ezeli ve ebedi olandır ve Gök Tanrı olarak gökyüzünün üstündedir. Tengri, beşeri varlıklara yansımaz, görülemez ve put olmamıştır. Tengri, parthenon (tanrılar soyağacı) içermez; çünkü tektir.


Avcı-göçer bozkır kavimlerinde doğa şartları, yaşamak için çok daha elzem ve kutsala içkin olması sebep ile, Türk inancına göre âlemin düzeni Tengri’ye bağlıydı. Eğer boyların düzeni bozulursa, Tengri'ye sunulan adak ile kutsalın yeniden izzeti beklenirdi. Bu niyetle, yüksek alanlarda, dağlarda evreni ve Türk boylarını ayakta tutan Tengri’ye adanan kurbanlar, çoğunlukla at ve boğa idi. Tengri inancında, yeryüzünden ayrı “Gök Âlemi” ve “Yeraltı Âlemi” vardı. Âlemler arasındaki bağlantı, dünyanın merkezinde duran "Dünyalar Ağacı" idi. Orta Asya ve Sibirya bozkırlarından, Hindu-Çin ve Mezopotamya havzasına kadar geniş coğrafyada binlerce yıllık konar-göçer yaşamları ile Türkler, hem tek tanrı inancı ile yaşamış, hem de Uygur ve Altay Türklerinde olduğu gibi Budist ve Şamanist etkileri de içinde taşımıştır.



Türklerde Şamanizm Var Mıydı?

Şamanizm bir din olmaktan ziyade, totemik-animalist inanç ritüelleridir ve eski Türk aşiretlerinin bazılarında görülür. Şamanik inanç, ölülerle ruhsal temasa geçme, esrime ve büyü gibi farklı eylemleriyle dünyanın birçok noktasında vardır. Bu bağlam da, Türk, Moğol hatta Avustralya Aborjin ve Afrika Bushman klanları gibi kültür sahası modern dünyadan muaf bölgelerde, benzer içeriklerle fakat atipik kültler ile görülmüştür. Ruhsal ve fiziksel güçleri olduğuna inanılan Şaman, üyesi olduğu cemaatin hem şifa veren doktoru, hem esrime-dans ve deliryum etkisi ile vizyon sunan kişisi, hem de ruhlar âlemi ile klan insanları arasında rabıtayı sağlayan kişidir.

Altay Türkleri ile birlikte Tengri inancı,  çok tanrıcılığa evrilir. Çok tanrıcılık ile ortaya çıkan tanrı Ülgen, Umay, Erlig; Tengri'nin melekleri olarak kabul edilebilir. Tengri inancında Kaan, kut sahibidir (Tengri’nin elçisi) ve onun yeryüzündeki temsilcisidir. Kut bağı ile Kaanı din değiştiren boyların inancını değiştirdiği görülür Türk tarihinde. Uygurlar, hükümdar Bögü Kaan kararı ile Mani dinini kabulü edip, yerleşik hayata geçer. Oğuzların İslamiyet’e geçtikleri dönemde ortaya çıkan Dede Korkut Hikayelerin’de, Allah'ın adı “Allah Tengri” diye geçer.


Kök Türklerin, şamanist inanca sahip olduğu genellemesi; misyoner amaçlarla Asyatik kavimleri inceleyen Batılı tarihçilerin, etnologların; özellikle Altay Türklerinde görülen Şamanist ritüelleri, diğer Türk boylarına indirgemesidir ve benzer hatayı, belki de dönemi içinde yeterli bilgi ve bulguya sahip olmadan Türkçülük çalışmaları yapan Ziya Gökalp’te dile getirmiştir. Şamanistlik törenleri içinde barındıran, hatta çok tanrılı inanç kültlerinin de vuku bulduğu, melezleşen Tengri inancı, geniş zaman ve mekân içinde bazı kök Türk boylarında görülse dahi; birçoğu, İslamiyet öncesine kadar Tengri inancını korumuş, hatta Kur’an’ın tek tanrı (Tevhid) ilkesi ile İslamiyeti seçtikten sonra bile İsralliyat içeren fıkıh ve mezhep hareketleri sonrası, sadece Tevhid kaidesi etrafında Tengri ile Allah (C.C.) birliği benzerliğinde iman eden boylar olmuştur.


Türk Yaratılış Efsaneleri 


Bozkurt Destanı

En eski destanlarından Bozkurt Destanı, tarihteki birçok Türk boyunun söylencesi olur. Destana göre, Türkler düşmanları tarafından tamamen yok edilir. Geriye sadece iki çocuk sağ kalır. Tengri'nin gönderdiği kutsal bir dişi bozkurt (Asena) çocukları korur, besler ve büyütür. Sonra Asena, çocukların birinden gebe kalır ve on çocuk doğurur. Bu on çocuk, gelecekteki Türk boylarının Kaanı olur ve on boy dünyaya yayılır. Destanın bir kısmı yazıya geçer ve zaman içinde değişime uğrar.


Ergenekon Destanı

Ergenekon, Bozkurt Destanı’nın devamıdır. Ergenekon Destanı’nda Türkler (Köktürkler ve Moğollar), büyük bir yenilgiye uğradıktan sonra göç etmek zorunda kalırlar. Yolculuk içinde yollarını bilmeyen millete, Tanrı Tengri, kutsal bir bozkurt (Asena) gönderir. Asena, Türklere kılavuzluk eder ve onları etrafı dağlarla çevrili olan verimli ve büyük bir ovaya götürür. Zaman içinde Türkler, çoğalır ve ovaya sığmaz olurlar. Tekrar kutsal dişi bozkurt Asena ortaya çıkar ve Türklerin etraflarını çeviren dağlardan birinin maden olduğunu gösterir. Asena’nın bilgeliği ile Türkler demircilik yapıp, dağı eritirler ve Ergenekon Vadisi’nden çıkarlar. Ovadan çıkan Türkler, tekrar bozkırlara yayılırlar ve hâkimiyetlerini ilan ederler. 

 


Altay Yaratılış Destanı: Kayra Han, Erlig ve Ülgen


Altay Dağları bölgesinde oluşan Yaradılış Destanı, zaman içinde diğer Asyatik kavimlere yayılır. Kök Tengri, Altay Türklerinde Kayra Han adını alır. Kayra sözcüğü lütuf, ihsan demektir. Kayra Han, Altayların yaratılış efsanesinde yaratan Ana ve Ata dır. Tanrı Erlig, şeytandır ve yeraltının hâkimidir. Kayra Han, dünyanın tüm işleyişini tanrı Ülgen’e bırakıp göğün 17. katına çekilmiştir. Toprağın hakimi, tanrıça Umay dır. Umay, doğurganlığı ve bereketi simgeler; doğacak çocukları seçer. Tarihsel süreçte Altay Türklerin içinde çok tanrıcılık ortaya çıksa da Tanrı Ülgen, Tengri değildir. Tengri, transandantal mutlak varlığını korur. Altay Yaratılış Destanı’nda başlangıçta, her yer suyla kaplıdır.

Her şeyden önce su vardı. Yer, ay, gök, güneş yoktu. Sadece Tanrı Kayra Han vardı, ancak yalnızdı.
Varlıkların başlangıcı ve insanoğullarının ilk atası, Kayra Han, su âleminde yalnızlık içinde düşünürken suda bir dalga belirdi. Sudan gelen bir ses, ona "yarat" dedi. O da kendi gibi birini yarattı ve ona, Kişi dedi.
Kayra Han ile Kişi, sonsuz suyun semasında uçmaya koyuldular. Fakat Kişi bundan memnun olmadı, değişiklik aradı. İlk olarak kendisini yaratandan daha yüksekte uçmaya kalktı. Onun bu duygusunu sezen Tanrı Kayra Han, Kişi’den uçma gücünü aldı.
Tanrı Kayra Han, dünyayı yaratmayı düşündü ve Kişi’ye suyun dibine dalıp bir avuç toprak çıkarmayı emretti. Fakat Kişi, toprağın bir kısmının ağzına saklayarak ileride kendisi için gizli bir dünyayı yaratmayı düşündü. Tanrı Kayra Han, toprağa "Büyü!" emrini verdi. Bu toprak, Dünya oldu.
Kişi'nin ağzından dökülen ıslak toprak, dünyaya fırlayarak yeryüzünü bataklıklar ve tepeciklerle örttü. Buna çok kızan Tanrı, Kişi’yi kendi ışık aleminden kovdu ve ona şeytan, 'Erlig' adını verdi.
Tanrı sonra yerden dokuz dallı bir ağaç bitirerek, her dalın altında ayrı bir “İnsan” yarattı. Bunlar, dünyadaki dokuz ayrı insan cinsinin ataları oldular.
Erlig, insanları kıskandı ve Kayra Han'dan onları kendisine vermesini istedi. Tanrı buna razı olmadı. Fakat Erlig, onları kötülüğe sürükleyerek, kendine çekmeyi biliyordu. Kayra Han, şeytan kapılan insanların bu akılsızlığına kızarak onları kendi hallerine bıraktı ve Erlig'i yeniden lanetleyerek toprak altındaki karanlıklar dünyasının üçüncü katına sürdü.
Tanrı Kayra Han, kendisi içinde göğün onyedinci katında bir âlem yaratarak oraya çekildi. Yarattığı insanları büsbütün yalnız bırakmamak için de onlara doğru yolu gösterecek Ülgen’i gönderdi.
Tanrı Kayra Han, şimdi, on yedinci kat gök'den kâinatı idare etmektedir.





 

Dünya’nın Doğuşu ve Yaradılış Destanları

Dünya yaratılış mitleri, çoğunlukla bir bütünün ikiye ayrışmasını anlatır. Yaratılış efsanelerinde, ekseriyetle başlangıçtaki Yaratıcı, tek değildir; tekliği içinde ikiliği taşır.  Kaos ayrışmazlıktır ve kendi ikiliğinde kozmosu kendi içinden zuhur eder.Kaos hareketi başlatır; sonra Kozmos düzeni kurar. Yaradılışın doğuşu, çoğunlukla bir cinayet, kurban, kan dökümü ile başlar.  Yaratılış efsaneleri ikiye ayrılır: Tanrıların Yaradılışı (Thegonia) ve Evrenin Yaradılışı (Cosmogonia) Yazılı ilk örnek, Mezopotamya’daki Babil yaratılış destanı Enüma Eliş (Vaktiyle Yukarda) dir.

Enûma Eliş

Gökler yoktu bir zamanlar
Yeryüzü yoktu, yükseklik ve derinlik
İsim yoktu, toprak altında Apsu vardı yalnız.
İlk yaratıcı olan tatlı su.
Birde acı su Taimat vardı.
Birde döl yatağına dönen Mummu
O zaman Tanrılar yoktu daha.
Birbirine karışmıştı tatlıyla acı
Örgülü kamışlar birleşmemişti henüz
Suları bulandırmıyordu sazlar
Tanrıların adı yoktu, doğası yoktu
Geleceği yoktu, işte o vakit
Sürüklenip gelmiş çamurlarla dolu suda
Apsu'dan Tiamat'tan ansızın
Tanrılar yaratıldı.

Çamurdan doğan Lahmu ile Lahamu
Daha genceciktiler boyları uzmamıştı.
Göklerin ufku Anşar ile yeryüzü ufku Kişar
Onlara baskın çıktılar,
Uzadı göğün ve yerin çizgileri.
Ufukta bulutlar çamurlardan ayrıldı.
Günler günleri kovaladı, yıllar yılları.
Boş gök ulu tanrı EA'yı doğurdu kendi başına.
EA, göğün ufkundan daha geniş bir akıl
Benzerlerinden kat kat güçlü.


Sonra tanrı Marduk ortaya çıkar ve EA'ya "insanı yaratmak” istediğini söyler:

Kanı kanla birleştireceğim
Kanı kemikle
Bir şey yaratacağım, benzeri görülmemiş
Adı İnsan olacak
İlk insanı yaratıyorum

Sümer inanışının bir başka yaratılış anlatısı Inanna’nın Ölüler Diyarına İnişi” adlı şiir biçimdeki bulgudur. Tabletlere yazılmış efsanede, tanrıça Inanna (İştar) ile kocası tanrı Tammuz anlatılır. Bitkiler tanrısı Tammuz ile bereket, savaş ve aşk tanrısı İştar ile mutlu bir yaşam sürmektedir. Birgün, Tammuz yaban domuzunun saldırısına uğrar ve ölür. Tammuz'un ölümü tüm doğayı yasa boğar ve bitkiler yeşermez, kuralık başlar. Kocasının ölümüne çok üzülen tanrıça İştar, onu kurtarıp tekrar gün ışığına çıkarır. Ancak bu dönüşün bir bedeli vardır. Tammuz, her yıl kısa bir süre için tekrar cehenneme dönmek zorundadır. Böylece ölüm-yaşam döngüsünde, mevsimler birbirini izleyecek ve doğa, ölüp yeniden dirilecektir.

Gılgamış Destanı

Mezopotamya yaratılış ve kuruluş anlatılarının karışımıdır Gılgamış Destanı. Akad dilinde yazılır, ilk ortaya çıkışı M.Ö. 2000’li yıllardır. Tanrı kral Gılgameş ile çobanların kralı güçlü Enkidu arasındaki ilk önce düşmanlık ve mücadele ile başlayan, zaman içinde büyük bir dostluğa dönüşen macera anlatılır destanda. Tanrıça İştar, cesareti ve gücü ile ünlenen yarı tanrı Gılgameş'i beğenir ve ama Gılgameş onu kabul etmez. Gılgameş'e kızan İştar, tanrı Anum'dan onu cezalandırmasını ister. Anum, İştar’ın isteği kabul ederek, göksel bir boğa yaratır. Bu azgın boğa çok güçlüdür ama Gılgameş onu da öldürür. Bir zaman sonra Enduku hastalanır ve ölür. Dostu Enduku’nin ölümü, Gılgameş'i çok etkiler, düşüncelere dalar. Gılgameş ölümsüzlüğü aramaya başlar.

Gılgameş, dedelerinden birinin Tufan’dan sonra tanrılar tarafından ölümsüzlüğe kavuşturulduğunu duymuştur ve dedesini bulmak için yolculuğa çıkar. Uzun bir yolculuktan sonra dedesinin ülkesine varır. Ölümsüzlüğün gizemini soran Gılgameş'e dedesi kendi dedesinin sözünü iletir: “Denizlerin dibinde yetişen büyülü bir ot vardır. Eğer bu otu bulup yiyecek olursan sen de ölümsüzlüğe kavuşursun." Bu sözü duyan Gılgameş, dedesinin kaptanı ile yola koyulur. Denize açılırlar, bir süre sonra Gılgameş, “ölümsüzlük otunu” bulur ve bir tutam alıp, kıyaya döner. Mutluluk içindeki Gılgameş kıyıya vardığından dinlenmek ister ve uyur. O uyurken, bir yılan gelir ve ölümsüzlük otunu yer. Gılgameş, ölümsüzlüğü kaybeder.

Mısır’da Yaratılış

Mısır yaratılış inancına göre başlangıçta dünya, su ve bataklıktır. Sonra sular alçalır ve ortaya bir Ada çıkar. Bu adada bir kurbağa, birkaç yılan ve bir de yumurta vardır. Yumurtadan bir kaz çıkar ve uçmaya başlar. Bu kaz, kılık değiştirmiş RA dır. Var olan her şeyi yaratan Tanrı Ptah dır. Yeryüzü tanrısı Gebb ile gökyüzü tanrısı Hathor’un iki kızı, iki oğlu olur. Erkeklerin ismi Osiris ile Seth, kızlar ise İsis ve Neft dir. Osiris ile İsis, Seth ile Neft kardeşler olarak evlenirler. Tanrı Gebb yeryüzünün yönetimini Osiris'e verir. Osiris’in başarısını kıskanan Seth, onu öldürür. Seth, Osiris’in vücudunu on dört parçaya ayırarak Mısır'ın çeşitli yerlerine gömer. İsis daha sonra kocası Osiris’in parçalarını toparlayarak, tanrıların yardımıyla onu tekrar hayata döndürür. Osiris, ölülerin ve bütün doğan şeylerin koruyucusu ve simgesidir. Seth ise, kötülük ve yıkımın simgesidir. Osiris ile Seth’in mücadelesi iyi ve kötünün savaşımını sembolize eder.  Zaman içinde birçok görünüm ile ortaya çıktığına inanılan Hermes, hem bilgeliğin hem de gizliliğin sembolüdür. Gizli ve saklanmış anlamına gelen Hermetik sözcüğü Batı dillerine, Mısır’dan geçer. Mısır Hermes kültü hala gizliliğini korur. Bugün, kadim Mısır inançları hakkındaki bilgi, Mısır Ölüler Kitabı’na dayanır.

Hint Yaratılış İnanışı Veda

Hint yaratılış söylencesinin ilk katmanı Veda’lar dönemidir. Veda, bilgi demektir; Veda'ların en eskisi Rig Veda’dır, daha sonra Atharva Veda gelmiştir. Rig Veda’da yaratılış şöyle anlatılır:Ne varlık, ne de yokluk vardı, yukarısı ne uzak, ne de gökyüzü vardı. Hareket eden neydi? Nerede ve kimin yönetiminde? Derin, dipsiz Sumu vardı. O zaman, ne ölüm, ne ölümsüzlük, ne de geceyi gündüzden ayıracak bir belirti vardı. Bir, nefes almadan soluyordu, kendiliğinden hareketliydi, ötesinde hiçbir şey mevcut değildi. Başlangıçta karanlıklar, karanlıkları örtüyordu. Boşlukta hapis olan Bir, sıcaklığın gücü ile vücut buldu.

Brahma, Vişnu, Şiva

Destanlar dönemi ile birlikte din, Hint coğrafyasında tüm yaşama hâkim olur. Doğa, her şeyi ile tanrısal niteliğe bürünür; doğa, biçimi olmayan soyut tanrının gerçeğidir; tanrının doğadaki gerçekliğine Brahman denir. Brahman, kozmos içinde insana üç ayrı biçimde görünür. Brahman’ın üç görünümü, üç tanrı ile adlandırılır: Brahma, Vişnu, Şiva. Brahma yaratıcıdır, varlığı doğurur. Vişnu, gelişmeyi ve varoluşu sürdürür. Şiva, hiçliğin içinde varlığa dönüşümü sağlar.

Mahabarata Destanı

Hint dünyasının iki büyük destanı olur. Bunlar, M.Ö. 800 yıllarda ortaya çıkan Mahabaharata ve Ramayana destanıdır. Mahabarata, dünyanın en uzun şiiridir ve yüz binden fazla kıtadan oluşur.  Mahabharata, birçok anlamı olmakla birlikte "İnsanlığın Büyük Öyküsü" demektir. Bugün, hala Hindistan'daki günlük yaşamı ve ahlakı şekillendirir. Hindu inanışa göre; Mahabarata'da olmayan şey, hiçbir yerde yoktur. Destan, insanın ölüm korkusu, tanrıların bilinmeyen etkileri ve tanrıların yaşama duyarsızlığı gibi çok ontik konuyu manzume-hikâye biçiminde anlatır. Ramayana Destanı ise, Kral Rana'nın (Vişnu) yaşamı ve kahramanlıklarını anlatır.

Mayalar ve Popol-Vuh
Mayalar’ın yaratılış ve kutsal kitabı Popol-Vuh dur. Kitap, insanlık tarihinin en eski mitik kaynaklarından biridir. Popol-Vuh metinlerinin ezoterik ve özgün dili, günümüz düşüncesine belli oranda kapalıdır. Popol-Vuh'da yaratılış, dört aşamadan oluşur. Gezegenler ve yıldızlar, kozmos içinde sarmal varoluş ile dünyanın düzenini simgeler. Kozmik zaman içinde devler, uzun süre savaşmıştır. Mayalar’ın inandığı yaratıcı Tanrının simgesi yoktur; çünkü kozmosta değildir. Görünmeyen tanrının adı Hunab Ku dur. Her şeyi yaratan Hunab Ku’dur ama dünyaya bedensizdir ve ona put yapılamaz.