Rüya Metni: Sevgiliyle Yolculuk


Metro veya tren benzeri bir toplu taşıma aracıyla seyahat ediyorum. Sol yanıma dönüp camdan dışarısını seyrediyorum, nerede olduğumu bilmiyorum. Puslu bir sonbahar günü hava kasvetli ama benim için huzur verici, hoş ve puslu havalarda güzeldir. Bilmediğim şehrin içinden geçerken binalarına, yeşil alanlarına, yollarına bakınıyorum, çok az insan var şehir yaşamı sakin; bu resim hoşuma gidiyor.

Sonra birden yanımda birisi olduğunu fark ediyorum, dahası hatırlıyorum, sağıma dönüyorum. Kolumun altından kıvrılmış, uzun saçları üstüme dökülen esmer bir kadın. Sol elimin, ellerinde olduğunu görünce anlıyorum: Sevgiliyiz. Başını göğsümden kaldırıp, bilenen o en yakından noktadan gözlerime bakıyor, güzelliği içimi eritiyor, nefesim güçleniyor, şimdi safi mutluyum. Zarif bir yüzü, alımlı vücut hatları, pastel koyu tonlardaki çekiçi bir giyimi var. Hiç konuşmuyoruz, hiç konuşmuyor. Hiç konuşulmayınca mutluluğum huzura kayıyor, çoğalıyoruz. Kendimi çok huzurlu ve dinmiş hissediyorum. 

Dinginim, aracın nereden geldiği ve nereye gitti önemli değil, zamanı büküyorum. Yer değil, yanımdaki kişi önemli her şey sakin ve münasip, işte öyle. Bir olduğumu hissediyorum, artık bütünüm diye kendimce düşünüyorum, karşımızdaki boş koltukların üzerinden dışarıya bakıyoruz. 

Sonra taşıt görevlisi geliyor, bir şeyler söylüyor, bir şey istiyor benden, keyfim kaçıyor. “Ne eksikliğim olabilir ki” diyorum kendime, her şeyim tam olduğuna eminim, ayağa kalkıp biraz ileriye adamın yanına gidiyorum. Kimliğime, biletime bakıyor, anın güzelliğini bölen gereksiz bürokrasi beni sinirlendiriyor. Adam evraklara bakıyor, başımı çevirip koltuğuna oturmuş beni bekleyen kadına bakıyorum. Yine konuşmadan, sevabını bozmadan bana bakıyor, cazibesinin yanında zarafeti nefesimi kesiyor.

Evraklarda bir şey bulamayan adam gidiyor, sevgilime doğru dönüp yürürken birden camdan dışarısını tanıyorum, beynimden vurulmuşa dönüyorum: araç Kadıköy’e gidiyor. Kendi kendime kızıyorum, şaşırıp kalıyorum, “Kadıköy’e ve şehre dönersem bu ilişki olmaz” deyip canım sıkılıyor, bütün huzurum ve dinginliğim bozuluyor.

Rüya Metni: Galata'da Aşk


Rüyam bir parkta başlıyor, öncesi belirsiz. Ne olmuş bilmiyorum, yanımda arkadaşım Mizan ve karşımızda iki tane 20'li yaşlarda kız var; parkın çimenleri üzerinde ya bir şeyi bitirmiş ya da devam edecekmişçesine duruyoruz. Sonbahar günü, hava kapalı ve puslu; kızlarla vedalaşır gibiyiz. Kızlardan biri, bana yaklaşıyor ve yanaklarımdan öpüyor; dayanılmaz tenin çekiciliğine kapılıp, hafif meyil vererek dudaklarının kenarından öpüyorum. O da davetkâr biçimde öpüşmeyi devam ettiriyor ve müthiş haz başlıyor. Sarılıyoruz birbirimize, elimi beline doluyorum. Yüz hatları çok orantılı, teni duru güzellikte; kumrala yakın esmer çekiciliği yüzüme vuruyor. Ortadan ayrılmış ensesine uzanan kısa ve düz saçları var. Burnu ve yanakları, yüzünün diğer hatları ile uyumlu. Dudakları kırmızı ruj ile daha ortaya çıkmış iştahlı ve ıslak ıslak değiyor dudaklarıma, sonra da dişlerime. Gözleri, mavi gözleri güneş gibi çekiyor beni.


Mavi gözlü kız, daha da ileri gidiyor parkın orta yerinde, elini belinim altına indiriyor ve kamışıma atıyor; derin derin okşuyor ve sertleşiyorum. Şaşkın ve çok mutluyum bu davete; icap ediyorum. Malafatım karşıdaki palamut ağacı gibi, dimdik parkın ortasındayım. Sarılarak birbirimize ve öpüşerek parktan çıkıyoruz tanımadığım seks öznesi ile...


Diğer kız ile Mizan önden hızlıca yürüyorlar; arkalarından sarıla öpüşe biz geliyoruz. Mizan, dönüp bana bakıyor, “bu temaşa bana uzak” gibilerinden halimizi, donuk bakışlarla süzüyor.

Yokuş aşağı inerken fark ediyorum ki, Galata Kulesi çevresindeki ara sokaklardan aşağıya, Karaköy iskele meydanına doğru iniyoruz. Ama inerken, benim şehvetim gittikçe yükseliyor; kalçalarını okşuyorum yanımdaki dilberin. Durduruyorum yolun ortasında, yüzünü iki elimin arasına alıyorum; saçlarını okşayıp, minik burnuna burnum ile dokunuyorum; orantılı yüz hatları ile çekiyor beni kendi içine. Mavi gözleri, benim gözlerime amade bakıyor; işte efsane. Yine öpüşmeye başlıyoruz ıslak ıslak, dudaklarından Tarçın tadı alıyorum tane tane.

Yokuştan aşağı akıyoruz, kız “Ben burada oturuyorum, eve gitmem lazım”  diyor, “Hayır, ayrılamayız; bir saat daha benle kal. Baş başa kalacağız.” diyorum ısrar ve heyecanla. Mavi gözlerini ikna ediyorum, daha sıkıca beline sarılıyorum,  bu kez de Galata yokuşunu çıkmaya başlıyoruz. Aklımda Taksim’e çıkmak var. “bi palas vardı, tanıdık yer. Oraya gideriz, baş başa kalırız.” diye içimden plan yapıyorum, hedef belirliyorum. Tenha bir sokakta tutkudan dayanamayıp yere yatırıyorum Aşkım’ı ve yerlerde yuvarlanarak sevişiyoruz. Bir ara, o benim üzerime çıkıyor; mavi gözleri ile üzerimde, kenarlardan açık gökyüzü ve Bulut bana bakıyor. Bu güzel an, arabanın sokağa girişi ile bozuyor; ayağa kalkıp hedefe doğru yürümeye devam ediyoruz. Yaklaşıyoruz bildiğim Palas’a doğru, yine şehvet ile dudaklarını öpüyor, kalçalarını okşuyorum. Birden mavi gözleri, gözümün önünde büyüyor; önümdeki dünya denen manzara onun mavi gözlerinden bir denize dönüşüyor, arzularımın zirvesinde, düştüğüm gözlerde coşkuya boğuluyorum.

Hazzın içindeyim; ama birden, hiç istemeyeceğim şeyler oluyor. Önce mavi gözler, kayboluyor önümde; sonra mekân ve zaman siliniyor göz perdemde. Öfkeleniyorum, “Kahretsin, bitmemeli bu buluşma. Daha kavuşamadım sana Aşkım, tek parça olamadık. Yoksa, bu bir rüya mı? Bitmesin, ne olur bitmesin!” diyorum panik içinde kendi kendime. Aşkım, elimden kayıp gidiyor ve uyanıyorum.

30 Aralık 2016 


Oda'dan

Son görüşmemizin üzerinden aylar geçtiğinden selam vermek için odanızın kapısını açınca çok şaşırdım, oda bomboştu. Hayır, bomboş değildi, temizlenmişti, sadece yerde az kullanıldığı halinden belli sabit telefon ve bir sarı çakmak kalmıştı. Hatıra kalmaya cilveli sarı çakmağı aldım.

Görüşmelerimiz, aslında isminizi tavsiye olarak öğrendiğim on yılların çok sonrasında başladı, biliyorum: Geciktim. Odayı birden boş bulunca, boş bulundum, kısa süreliğine boşa kaldım. Hissiyatımın evveliyatı, 12 Eylül’deki makro darbenin sonrasında, kendi yaşadığım mikro darbemin 1982’deki retrospektifiydi. Beklenmedik bir anda, ilk ve ana izleğimi kaybetmenin sadece naif bir tekrarıydı hissettiğim.

Ve o an, bir kez daha anladım ki ya da öğrendim, halis bir yara; iyileşmek için elzemdir belki de. Aynı beklenmedik gidiş ve boş oda görünümü; mırıl mırıl ve şırıl şırıl matemimde bu sefer şükran ve gönül ferahlaması verdi ellerime, idrakime.

Odada yaşananlar ve hayatı yaşayamamak direncimin patolojisinde güdük kalmış arzum ve devamında kendi içimizde geliştirmiş olduğumuz iletişim modelimiz. Esnaflığın asgari olduğu, neredeyse ahbaplık edercesine paylaş. Konuşarak anlaşılabilineceğini sizden öğrendim, daha bir sürü şey.   “öğrenmeye ne zaman başlayacaksın, çok yalnız büyümüşsün, ama görünür bir arzu yok, iş yapmak herkese zor, evet! Babanı sen öldürdün, bu sefer kadın senden korkmuş olamaz mı? sadece senin değil benim de şeyime kaçtı, bir çıkışın olacak ama vicdan hiç bitmeyecek, hepimiz anneciyiz, cennet de cehennem de burada!”
Günbatımı İzilenimi - Monet (Impression Sunrise-1872)
Son büyük eylem planınızın karmaşıklığında ve paranın gözü kör olsunluğunda, dedim ki” en azından hoş seda olur” siz dediniz ki “tabi ki, gök kubbemizde”. Öyle yada böyle haylaz bir münevver olarak gönlümde taht kurmuştunuz, mükemmel değildiniz, zaten kimsede mükemmel biri aramıyordu. Mükemmel, belki mabette olur. Kimse, tamamlanmasın, tarihe şerh olarak hep bir eksik, hep aralık olalım, kişiye göre.

Sizden odada kalmış çakmağı saklıyorum, hiç böyle hediye almamıştım, alanda verende kendimim, kendi kendine memnun. Çakmak elimde iken, tüm bayağı belden aşağı kalıplar aklıma geldi, “sana bir saat çakmak lazım” çocukluğumda gülmemiştim ama 1 saat önemli; iletişim biçimimiz ve çakmakla beraber manidar. Fi tarihinde “akılımda kalmasın” diyerekten hediye olarak sarı laleler ve sarı kehribar kolye verdiğim, sarı çizgili etekler  kadın aklıma geldi. Kadın dedim ama adı maalesef hala aklımda? Kadın hediyeyi almak istememişti; temiz bir hakir görüş, medenice hani Medine’den gelen. Neye niyet sarı lalelerden, kime kısmet sarı çakmağa. Derdim ve dert ortağım tütünün hamisi bu sarı çakmağı; bana karşı bitmeyen sabır ve davetinize karşılık alıyorum. Müziği, yaşamın içinde zaman ile ontik bağında hisseden gönlünüze, saygılarımla.

Yazının sonunu komiğe bağlamak hoş olur sanki:

“Hayatta şuana kadar gördüğüm en önemli fenomensiniz, yani asılında, keşke bunu bir kadına söyleyebilseydim ama fırsat vermiyorlar. A.S.’lerimini!!!” dediğimde bıyık altı gülüşünüz, ki bıyığınız yok o zaman daha bir American lifestyle oluyor, beni de hayli keyiflendirmişti. Şuanda hem “bir kadına” diyememenin hicranını (diyemedim ya laaaa!), hem de gülüşmemizin halis neşesini tek bir kapta eritiyorum. 
Sonuç: Sıkıntı yok…